Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Olimpiyat Oyunları’nda karşılıksız bir adanmışlıkla hizmete koşup tarihin bir parçası olmak isteyenlere elbette saygı duymalıyız. 2012 Londra Olimpiyatları’nda da yüzyüze geldiğimiz ilk görevliler, “Gönüllüler” oldu.
Çoğu orta yaş/emekli statüsünde. Halim selim, güler yüzlü insanlar. Size can-ı gönülden “hoş geldiniz” diyorlar. Yardım etmeye hazır olduklarını söylüyorlar. Ama şu da bir gerçek ki, “gönüllüler” ne kadar devreye girerse o kadar sorun çıkıyor.
TRT ekibi ile geldiğimiz Britanya başkentinde gönüllü hanımlardan biri bizi güler yüzle karşılayıp vize görevlisinin önünde kuyruğa soktu. Etrafta birçok boş görevli varken, bizimle sadece ikisi ilgileniyor. Parmak izi alıyorlar. Sistem mürekkep ve kağıttan kurtulmuş. Elektronik ortamda temiz bir işlem... Ne yazık ki zaman alıyor. Hava sıcak ve nemli, bunalıyoruz.
Gönüllü görevliler, bizi otelimize götürecek küçük otobüsleri çağırdılar sonra... Büyük bir kibarlıkla otobüsün ön sıralarına oturmamızı rica ettiler. Arka koltuklara bagajları koyacaklardı.
Genç şoför arkadaşla dört geçiş yaptık otelin önünden. Ama duramadık, inemedik. Çünkü ne yaparsa yapsın, iki yönlü akıp giden trafikte otelin önüne denk getiremiyordu otobüsü. Garibim utandı, şakır şakır terlemeye başladı. Teselli etmek yize bize düştü: “Merak etme biz Barcelona’da da otobüsle kaybolmuştuk”dedik. O hiç değilse oteli bulmuştu da bizi indirecek yer bulamıyordu. Yolun karşısında indik. Valizlerimizi, çantalarımızı alalım diye arka koltuklara baktık,çoğu yoktu. Sonradan anladık ki bagajları yüklenen öteki otobüsün uyanık şoförü, tam da otelin önünde yükünü indiryordu.
Gönüllü olimpiyat dostlarını sadece dinlemelisiniz. Ezberledikleri kısa listede size nasıl yardımcı olacaklarını söylerler. Ama o listenin dışında bir soru sordunuz mu, dertsiz başınıza iş aldınız demektir. Kafalarına göre yorum yapanlar, hemen bir arkadaşını çağırıp soruyu tekrarlayanlar, olmadı telefonla merkezi arayıp, soruyu ve sorunu yorgunluktan pelteye dönmüş yetkililere aktaranlar. Elbette hiçbir yanıt alamazsınız. Sorunu başka türlü çözecek ya da ağaç olup bekleyeceksiniz.
Şimdi bunları yazarken İngilizlerle dalga geçtiğimi filan sanmayın. Dünyanın her yerinde geçerli bir gönüllüler sorunu vardır olimpiyatın. Aynısı size garanti veriyorum- İstanbul’da da İnşallah- yaşanacaktır.

Haberin Devamı

Kraliçe’nin dördüncü olimpiyatı

Haberin Devamı

Kraliçe Elizabeth, galiba 1952’de taç giydiğinde küçücük bir çocuktum. Yine de Westminster Kilisesi’ne gittiğini zar zor okuyabilmiştim.
Zamanla bizim Kanuni Sultan Süleyman’ın (46 yıl) rekorunu da kırıp hükümranlığını 60 yıla taşıdı. Maşallah, ikimiz de büyüdük! Ama yine de saygı duyuyorum Kraliçe’ye... 1956 Melbourne, 1976 Montreal, 2000 Sydney...Ve Londra 2012... Bir devlet başkanına bir kez olimpiyat açmak dahi binde bir şans gerektirir. Ama Elizabeth, dördüncüyü açacak. Tanrı uzun ömür versin, bu gidişle beşinciyi de açabilir. Ama n’olur 2020’yi bize bıraksın! Çünkü o güne hazırlanan karizmatik bir adayımız var, biliyorsunuz!
Gelelim günün en çok sorulan sorusuna...
Geçen yıl bir İngiliz dostuma “Sir Coe, meşaleyi en sıkı rakibi Stephen Owett’e yaktırsın” diye takıldım. Ben olsam öyle yapardım. “Bu hiç de iyi bir fikir değil” dedi gülerek....”Özellikle Sir Steve Redgrave varken!” diye ekledi. Tamam 5 kez üst üste olimpiyat madalyası alıp şövalye ünvanıyla onurlandırılması güzel de... Başka adaylar da olmalı.
Zaten bir çok adayı var Britanya’nın... Kelly Holmes,Daley Thompson, Barones Tanni Grey-Thompson, Fransa Turu’nu sarı mayo ile bitiren ilk İngiliz Bradley Wiggins gibi... İki bacağını da kaybettikten sonra oturarak voleybol oynayan Martine Wright, hiç olimpiyat madalyası kazanmadığı halde, 1 mili 4 dakikanın altında koşarak inasnoğlunun sınırlarını zorlayan Sir Roger Bannister... Ve maalesef popüler maydanoz David Beckham örneğin. Cambridge düşesi de aday gösteriliyor ama, bu sadece şaka!
Şimdi bahisler kızışmış durumda... Çünkü her adayın farklı oranları var. David Beckham 1’e 50 veriyor. Sir Redgrave 1’e 3 ! İsteyen oynasın... İsteyen merak edip beklesin.
Ben ne mi yapardım ? Sir Coe’nun yetkisi bende olsa belki de Wiggin’e yaktırırdım meşaleyi.
Daha yüksek, daha hızlı, daha güçlü! Bu olimpik ezberi artık herkes biliyor.
Şimdi Londra Olimpiyatları’nda yeni slogan şu:
Daha dişi, daha açgöz, daha karlı!
Evet daha dişi, çünkü kadınların en yoğun, en çok, en iddialı olduğu olimpiyat bu. .. Bırakalım hiçbir yararını görmediğimiz maçoluk bitsinÖ Cins-i latif’in güzellikleri gelsin!
Gelelim açgözlük meselesine...
Londra’da öyle bir tablo segileniyor ki, o canım sporcuların, eşsiz şampiyonların, güçlü takımların atlardan hiç farkı kalmıyor.
Bizim Veliefendi’de gece gündüz koşan, birçok arkadaşımıza da dünyayı unutturan atlar gibi sporcular da bahis sitelerinin odağında.
Çin’de olimpiyatlar boyunca bahisi yasaklatan IOC, Londra’da İngiliz yasalarına karşı çıkamadı. Çünkü İngiltere’de her türlü bahis ve kumar yasal olarak bir hak. Ünlü bahis şirketleri, futboldan aldıkları payın yarısını bile ummuyorlar ama yine de acaip oranlarla giriyorlar olimpiyat yarışlarına...
Hadi size bazı örnekler vereyim.
100 metrede dünya rekortmeni Usain Bolt’a verilen oran 8’e 11... Ama onu iki kez geçen genç yurttaşı Yohan Blake de 4’e 6 vaadediyor. Fransız Christopher Lametre için 1 poundluk oynarsanı, 100 pound alırsınız. Tyson Gay için 1’e 14, Justin Gatlin’e 1’e 18 oran saptamışlar.
Kadınlar 100 metre engellide altın madalya favorisi Sally Pearson,8’e 15 ikramiye veriyor.
Peki bizim Nevin Yanıt’ın oranı ne ? 1’e 40... Yani İngiliz bahisçiler Nevin’e pek şans vermiyor. Kadın basketbolcularımız ve voleybolcularımız için de grup liderliği oranı 1’e 20... Yani olmayacak iş!
Bu bahisçilere inat Nevin’e, Sultanlar’a ve Melekler’e oynamak istiyorum.
Sadece parayla değil, tüm kalbimle!
Peki neden daha karlı bir olimpiyat olacak?
Bütün tahminler yattı, maliyetler ikiye katlandı da ondan... 4,2 milyar pounda malolacağı hesaplanan OLİMPİK stadyum’un da içinde yer aldığı tesisler şimdiden 8,4 milyarı götürdü.
Biliyorsunuz formülü... Ne kadar pahalı, o kadar karlı olur bu işler.

Haberin Devamı

Olimpik miras: Pahalılık!
Dünyanın neresinde büyük bir organizasyon varsa, orada tüketiciye, müşteriye, misafire, artık adı her ne ise, gelene ve gidene ikiye, üçe katlanmış fiyatlarla adeta dayak atılır. Kişisel deneylerimle bunun tek istisnasını gördüm: 1982 Dünya Kupası ve 1992 Olimpiyat Oyunları nedeniyle İspanya... Gerçekten hem otel, hem taksi, hem yemek, her türlü hizmet, kabul edilir fiatlarla karşılıyordu sizi. Sonradan her evsahibinin farklı yöntemlerle soyguna çıktığını gördük. Bu konuda da Almanlar kimseye bırakmaz şampiyonluğu. 2006’da en başta Brezilyalılar, on binlerce insanı fellik fellik dolaştırıp para harcatması lojistik tarihine geçecek bir kurnazlık örneğidir. Yine de helal olsun! Hiç değilse hizmet tıkır tıkır yürüyordu.
Burada, Londra’da trafik felç olmuş durumda... Daha da fenası, resmen katletmişler.
Adı her ne kadar Toscana olsa da Türk kardeşler Fatoş’la Cansu’nun olimpik sinek avlama sezonu başladı. Çünkü bütün müşterileri, trafik kısıtlamaları yüzünden dükkandan yarım mil ötede başka yollara sapıyorlar. Kapatıp Türkiye’ye tatile gitmeyi düşünüyorlar. Bir de fiyatlara bakalım, dedik. Resmen el yakıyor. Özellikle gıda maddeleri, yiyecekler, içecekler. Bu işin nedenini sordum, “Olimpiyat geldi, böyle oldu” diyor herkes. Otel müdürleri de, lokantacılar da şikaytçi. Hem zam yapıyorlar, hem de yakınıyorlar. Jacques Rogge (IOC) Başkanı, madalyaların dışında olimpiyat oyunlarında o kente kalıcı mirasın da önemli olduğu söyledi geçen gün. Bence bu mirasın adı pahalılık olur!