Aziz Yıldırım’ın kongrede verdiği “üç yılda üç şampiyonluk” sözü, nihayet Antalya’da 7’de 7 ile egale edilen 45 yıllık rekorun getirdiği liderlikle somut bir anlam kazandı.
Başkan, ellerinden yazılı taahhüt aldığı futbolcularının o son dakikada gelen Semih golüyle hedefe doğru bir adım daha atıp liderliği ele geçirmelerinden mutlak mutludur şimdi.
Ne var ki bu mutluluk, bir türlü kuşkudan, tedirginlikten ve her maçta tekrarlanan yürek çırpıntılarından kurtaramıyor kendini.
Fenerbahçeliler, lig liderliğinin şatafatlı görüntüsüne rağmen, takımlarının oynadığı futbolu beğenmiyor. Bu futbola güvenemiyorlar.
İnanılmaz görüş
Hele son dakikada, uzatmalar saniye saniye finişe doğru erirken ölüp ölüp diriliyorlar.
Bu son dakika gollerinden bir istatistik yaparak Daum’u profesörlükle onurlandıranlar da var ama, o apoletler şampiyonluk için yeterli mi ? Aziz Bey’in verdiği sözleri ne kadar hayata taşır o goller, bilinmiyor.
Antalya’da, Fenerbahçelilerin çok alıştıkları bir adam, çok alışılmış, artık tekrarından şaşılmayacak bir beceriyle, takımı rakip baskısı altında buram buram bunalırken, inanılmaz bir görüş ve yaratıcı zeka ile üç arkadaşını birden gol pozisyonuna soktu.
Uğur Boral, Güiza ve Semih’i...
Kendi yarı alanlarından çıktıkları için ofsayt yoktu. Topu o dakikaya kadar üst üste goller kaçıran ve tribündeki Fenerbahçelileri çatlatan Daniel Güiza kaptı. Sür’atle ilerledi. Peşlerinde koşan tek Antalyasporlu Balili’nin umutsuz takibinden hiç etkilenmeden Antalya kalesine yöneldiler. Arada Semih de koşusunu öyle bir ayarladı ki, topun hep gerisinde kalarak, pozisyonu olası bir ofsayt bayrağından, hakemin düdüğünden kurtardı.
Rekora ulaştırdı
Güiza’nın öne çıkan ve biraz da geç kalan kaleciden kurtarmak için topu birine atması gerekiyordu. Semih’e attı...
O da kaleye!
Bu gol, Fenerbahçe’yi liderliğe taşıyan, Daum’u Oscar Hold’un 45 yıl önceki rekoruna ulaştıran goldü.
Pozisyonu yeniden hatırladığımızda görüyoruz ki, Alex’in attığı top, gerçekten sıradışı bir beceri örneğidir. Fenerbahçelilerin artık tiryakisi olduğu gösterinin son versiyonudur.
Haftaya, yenilerini sergileyebilir Alex... Elhak, bu konuda çok mahirdir. Rakiplerine açık ara fark atacak biçimde ustalarüstü bir ustalığın sahibidir.
Alışılmamış durum, o topla rakip kaleye koşan üç adamda...
Daha doğrusu ikiside...
Daniel Güiza ile Semih, hiç değilse maçın son dakikalarında, birlikte sahadaydılar.
Daum’un, kulübeden yaptığı oyuncu değiştirme hamlelerinin sonucu olarak Semih oyuna katılmış ve Fenerbahçe fiilen çift santrforlu bir takım kimliği kazanmıştı.
Kolay rastlanmayacak, alışılmadık bir durum...
Fenerbahçe, Alex’le olmayacak işler yapıyor. 100’den fazla golde Alex’in imzası var. Bir o kadar da asist... Eşine rastlanmayacak bir başarı.
Ama aynı Alex yüzünden Fenerbahçe çabuk oynayamıyor. Temposunu yükseltemiyor. İki santrforunu bir araya getirip bundan yeni bir hücum formatı oluşturamıyor.
Daum, yıllar önce Alex geldikten sonra Van Hooijdonk’u gözden çıkardı, onu kulübeye mahkum etti. Bazı maçlarda yok saydı, kafasından sildi attı.
İkinci gelişinde de Alex’i vazgeçilmez kahramanı ilan etti. Brezilyalı’nın her zaman hak ettiği krediyi hiç zorlanmadan kullandı.
Ne var ki Alex her ne kadar pratikte yararlı ve çözümleyici bir oyuncu olarak parlak bir kariyer yapsa da, Fenerbahçe’de daha hızlı oyunu, daha yüksek tempoyu ve çift santrfora dayalı skor etkinliğini engelleyen eleman olarak da Fenerbahçe’nin sırtında duruyor. Semih’i kulübede bekleten Güiza değil, Alex!
Kafasına takan kim?
Daum’un ondan vazgeçememesini anlayabiliriz. Ama onun vazgeçilmez pozisyonu dolayısıyla Fenerbahçe’nin adeta el freni çekik kalmış bir araba gibi yavaşlamasını, temposuzluğunu, çift santrforsuzluğunu anlayamayız. Alex koşmayabilir. Ama hiç değilse, ötekilerin koşmasını sağlayabilir Daum. Savunmanın önünde Emre ve Christian’dan birinden ( olasıdır ki Christian’dan) vazgeçmeyi göze alıp 4-3-1-2 ile hem Alex’li, hem de Daniel Güiza ve Semih Şentürk’lü bir hücum üçlüsü oluşturabilir.
Daum, bilgi ve birikimiyle bunu yapacak bir teknik direktördür. Ancak statükocu karakteri, kendisinden beklenen üst üste üç şampiyonluk başarısının ötesine hiç kafa yormayan meslek anlayışı Fenerbahçe’nin gücünü sınırlıyor.
Twente yenilgisi, o sınırı bize gösterdi.
Ama bakan kim ? Avrupa’yı kafasına takan kim!
En komik spor olayı
Kulüpler Birliği Vakfı, geçen hafta İstanbul’da toplandı. Gündemindeki konuları tartıştı ve Ankaraspor’un küme düşürülmesiyle ilgili kararı “Konunun muhatabı değiliz” açıklamasıyla geçiştirdi.
Bence, bizim sporumuzda bundan daha komik ve bundan daha acıklı bir durum yaşanmamıştır.
Büyük idealler ve büyük dayanışma tantanalarıyla bir araya gelip birlik oluşturan, sonra yasalardan yararlanıp bir takım muafiyetler ve ayrıcalıklar kazanmak için vakfa dönüşen örgütün peçesi bu açıklamayla düşmüştür.
Aziz Yıldırım, Kulüpler Birliği Başkanı olarak süreç başladığından beri ne bir açıklama yapmış, ne uyarmış, ne de arabuluculuk rolüne soyunmuştur.
Ama inanıyorum ki, kafasında Ankaraspor’dan kalacak yayın hakkının paylaşımı ile ilgili bir plan mutlaka vardır.
Samimi olalım... Herkesin bildiğini artık yüksek sesle söyleyelim.
Kulüpler Birliği bir dayanışma, futbolu geliştirme örgütü değildir.
Sadece kulüplerin ortak çıkarını, işlerine geldiği zaman federasyona dayatmalarla kabul ettiren, yönetmelik değişiklikleri, transfer talimatları, disiplin uygulamalarında, yabancı kontenjanında tutarlı bir fikir üretemeyen, ama yayın hakları ve vergiler konusunda canavar kesilen bir başkanlar topluluğudur. Daha ötesini söylemeye dilim varmıyor.
Ben bu topluluğun Türk futbolu adına yararlı bir öneri ve talepte bulunduğuna tanık olmadım daha.
Şimdi Ankaraspor-Ankaragücü kulüplerinin birleşme komedisiyle ilgilenmiyorlar. Ankaraspor’un kümeden düşürülmesi konusu ile hiç muhatap değiller.
Ama ıskatçılığını yaparlar yakında, görürsünüz!
Özgener’in dikkatine
1) Profesyonel Futbol Müsabaka Talimatı’nda gerekli değişiklikleri acilen yaparak, bir takımı, kulübü, bölgeyi, o bölgenin insanlarını dışlayan, aşağılayan ve hor gören slogan ve tezahürat biçimlerini de küfür kapsamına alınız. Süresine bakmaksızın, bu insanlık utancını yaratanları, saha kapatma, seyircisiz maç cezasıyla cezalandırınız.
2) Yapay barış tabloları oluşturmak yerine, kararlı ve dinamik pozisyonlar alınız. Gerekirse açıkça kınama mesajları vererek bir duruş gösterip kamu vicdanını rahatlatınız.
3) Türk Futbolu, Milli Takım ve liglerin kalitesi ile ilgili bilimsel çalışmalar için geç kaldınız. Üniversitelerle ortak projeler seçip bilimin ışığında bir yol haritası çıkarınız.
4) ... Ve Tanrı aşkına hep aynı şeyleri tekrarlayan biz medyacılardan, antrenörlerden, kaşarlanmış yönetici tiplerinden ve hakem eskilerinden artık medet ummayınız. Size yeni şeyler söyleyecek olanlar, bugüne kadar hep dışarıda kalıp sustular. Onlara kulak veriniz, lütfen!
“Umudumuz Moskova!”
Bu sözü ya da sloganı, 30 yıl önce hiç kimse başlık olarak kullanamaz, aklına dahi getiremezdi. Dünya nasıl değişiyor, görüyorsunuz.
Beşiktaşlılar ligde inanılmaz bir golsüzlükle girdikleri hayalkırıklığı sürecini aşmak için, bu akşamki Şampiyonlar Ligi maçına odaklanmışlar.
CSKA Moskova’yı orada yenip süreci umuda çevirmek istiyorlar.
Elbette saygı duyuyorum bu isteğe. Denizli, CSKA galibiyetine odaklanmışsa, bildiği bütün taktikleri deneyecek, alışılmadık motivasyonu yapacak ve adeta çıldıracaktır.
Bazen çıldırmak, akıllı uslu kenardan seyretmekten daha iyidir.
Hatırlıyorum, 1993’de Galatasaray Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk deplasmanına Moskova’ya gitmiş, dondurucu soğukta CSKA’dan golsüz bir beraberlikle puan kopartmayı başarmıştı.
Zico, eski takımını yüzde 51 daha şanslı görüyor ama, o yüzde 51’in asıl sahibi kim sizler de biliyorsunuz.
Haydi, hepimize iyi akşamlar!