Fenerbahçe Galatasaray derbisi, futbolumuzun en gergin, en heyecanlı, en yoğun, en kavgalı, en olaylı maçlar listesinin başındaki seçkin yerini koruyor.
Lig topal kaldı
Ama ne oldu ? Ligimiz, 17 takımlı topal bir sürece girdi. Ankaraspor küme düştü...
Sportif gelenekler, kurallar, yönetmelikler hemen her olayda sürekli olarak tartışıldı. Gündem malzemesi haline getirilip çatışma ortamına taşındı.
Derbimiz de günlerdir, öncesinde/esnasında/sonrasında alınan alınmayan kararlarla, yaşanan olaylarla tartışılıyor.
Fenerbahçe’nin beklenmedik biçimde disiplinli ve başarılı takım oyunu maalesef yine gölgede kalmış durumda... Alex’in, Kazım’ın başarı öykülerinden çok hakemin kararlarını tartışıyoruz. Küfre karşı en başarılı tribün ilan edilen Saracoğlu’nda sahaya atılan yabancı maddeleri (!) konuşuyoruz. Arda, Christian kapışmasını yorumluyoruz. Emre’nin Baros’a geçmiş olsun telefonu, küçücük bir ayrıntı olarak geçiştiriliyor. Rijkaard’a eleştiri sınırlarını zorlayarak kariyer yoklaması çekiyoruz.
Yöneticiler atışmadı
Derbide yaşanan olayların eskiye göre tek olumlu yönü, öfkeli yönetici demeçlerinin yavaş yavaş gündemden kalkmasıdır. Galatasaray Başkanı Adnan Polat’ın “Bize beş maç ceza vermişlerdi, bakalım şimdi ne olacak?” biçimindeki açıklamasına rağmen, karşılıklı suçlama ve çatışma yok.
Ama yetmez...
Bu derbiyi, gerçekten dünya derbileri arasından seçkin bir yere yerleştirmek istiyorsak, öncelikle Turkcell Super Lig’i tümüyle geliştirmek, değerini artırmak, dengeli ve dürüst bir rekabet ortamı oluşturmak zorundayız.
Sonra da saha dışında uygarlaşırken, saha içinde zengin, derin ve renkli futbol güzelliklerini yaratmalıyız.
Maç öncesi yapılan güvenlik toplantılarının hiç de yeterli ve verimli olmadığı anlaşıldı. O toplantılar devam ededursun, kulüp yöneticilerinin birlikte uzlaşarak- anlaşarak bu ortamı temizlemek konusunda bir kararlılık göstermesi gerekiyor.
Futbolu gerçekten sevenler, “vukuatsız” derbiler bekliyor!
Metin Kurt ve Gladyatör
70’li yılların lider futbolcusuydu Metin Kurt... Her şeyden önce emekçi olduklarının bilinciyle mücadele etti. Galatasaray ve Milli Takım’daki başarılarının yanı sıra, hak arama ve arkadaşlarını örgütleme konusunda da sivrildi.
Dik ve onurlu bir duruş sergiledi.
Bedelini acı biçimde ödedi. Galatasaray’daki üst düzey kariyeri, bu direniş maceralarından sonra kırılma noktasına dayandı. Sürgüne gönderilir gibi Kayseri’ye gitmek zorunda kaldı.
Teknik direktörlük kariyeri de düzene karşı duruşu ve tavrı yüzünden sık sık arıza yaptı.
Metin Kurt’un kitabı “Gladyatör”ü Vecdi Çıracıoğlu yazmış... Bizzat tanık olduğum, yaşadığım olayları okudukça yeniden anımsıyor ve bugünkü rahat ve elit futbolcu kuşağıyla o günküleri karşılaştırıyorum...
Örneğin Hasan Şaş’ın sendikalaşmak konusundaki bir yazısını geçenlerde ayırıp bir yere koydum...
Metin Kurt’tan Hasan Şaş’a uzanan 40 yılı dikkatle değerlendimeye hazırlanıyorum.
Kitapta yer yer beni rahatsız eden dinmemiş öfke satırları da var. İbret verici yaşanmış gerçeklikler de.
Futbolla ilgilenenler Gladyatör’ü mutlaka okumalı!
Seba’nın ısrarı
Yerini kimsenin dolduramadığı ve dolduramayacağı Süleyman Seba, Beşiktaş başkanlığı için biçtiği kaftanı ille de Hikmet Çetin’e giydirmek konusunda ısrarlı.
Onun bu ısrarına saygı duyuyorum ama...
Hikmet Çetin, iki kez, uzun uzun düşündükten sonra “hayır” dedi.
Bu ısrar, Onursal Başkan’a ne kadar yakışıyor ?
Malum, kongrede şimdilik en azından iki aday Demirören ve Aksu mücadele edecek. Ama Seba, çok adaylı kongrenin üzücü olacağını söyleyerek Çetin’i tek aday olarak öneriyor.
Bence dürüst koşullarda saygı ortamında gerçekleşecek bir kongre üzücü olmaz, sevindirici olur. Bekleyelim, Beşiktaş için yarışsınlar.
Ayrıca, günün koşullarına bakacak olursanız, Hikmet Çetin Beşiktaş’ın sorunlarını çözümleyecek aday değildir. Sakin ve temiz kişiliğine, çelebiliğine rağmen, böyle!
Bir de şunu merak ediyorum : Başkanlığının son yıllarında hep “veliahtını” merak ettik, aynı yanıtı aldık : “Benim veliahtım yok!”
Hikmet Çetin’i o zaman niye önermedi acaba?