Bayramınız kutlu olsun... Biz işimizi sürdürüyoruz. O nedenle bu yazı “bayramlık” niteliği taşımıyor. Tam aksine, can sıkan bir yazı.
Canımı sıkan konu, Beşiktaş’ın durumu...
Yok, hemen puan cetveline takılmayın. Şampiyonluk yarışında zayıflayan rekabet gücünden, azalan şansından dem vuracak değilim. Zaten eninde sonunda bir takım şampiyon olacak. Ötekiler, yana yakıla mazeret arayacaklar, kendilerine acıyacaklar ve “önümüzdeki sezona” bakacaklar.
Beşiktaş’ın sıkıntısı her yıl giderek artan çözülme ve dağılma... Hemen her alanda hatalarla, tartışmalı durumlarla, karmakarışık kararlarla gündeme geliyor Beşiktaş. Bu kulübün gündemindeki en önemli madde belirsizlik.
Her şey olabilir
Demirören yönetimi işbaşına geldiği günden beri 48 futbolcu gelmiş Beşiktaş’a... Kimisi el yakan fiyatlar ya da olağanüstü cömertliklerle transfer edilmiş, sonra cicim ayları bittiğinde parası ödenmemiş, PAF takımına gönderilmiş, gözden düşmüş... Kulüpten ayrılmak zorunda kalmış. Yarın hangi futbolcuya nasıl bir tavır takınılacağı bilinmiyor. Durum belirsiz!
Yönetim, maaşallah her teknik adamın arkasında durmasını (!) bildi. Ama görüyoruz ki, Del Bosque’ye 8 milyon euro ödemek zorunda kaldılar. Tigana’ya 2,5 milyon... Gordon Milne de sonunda dava etmiş Beşiktaş’ı... Lüzumsuz ve nafile gelişine ödenenler yetmiyormuş gibi bir de gidişine 1,5 milyon dolar alacakmış. Geçen yıl apar topar alınıp sonra gönderilen futbolcu Gordon Schildenfeld de 1,5 milyon euro alacak!
Bugünkü tabloya bakacak olursanız, yönetim, Mustafa Denizli’nin arkasında. Daha doğrusu, Denizli önde yönetime karşı her türlü tepkiye tek başına göğüs geriyor. Ama yine de bunun sürekliliğine güvenmeyin. Yarın her şey olabilir. Durum belirsiz!
Beşiktaş futbol takımı, son yıllarda derbilere adeta bir taşra takımı gibi hazırlanıyor. Sinik, telaşlı, sinirli ve
Liste uzayıp gidiyor
Beşiktaş’ta arkadaşlık ilişkileri nasıl? Mustafa Denizli takıma bu bağları kazandırabildi mi ? Yoksa herkes kendi başının çaresine bakıp sorumluluktan kaçarak, paylaşmayarak kendi dünyasına mı sığınıyor. Bilmiyoruz. Durum belirsiz!
Belirsizlikler listesi uzayıp gider. Bunca belirsizliğin ortaya çıkardığı gerçek, Beşiktaş’ın iyi yönetilmediğidir. Beşiktaş’ta ortak aklın bir türlü söz sahibi olamadığıdır.
Korkarım ki, daha çok uzun bir süre, daha da artacak sıkıntılarla o ortak akıl devreye giremeyecektir.
Ortak aklı beklerken... Herkese sabır ve sükunetle mutlu bayramlar dilerim!
Etik, etik, etik!
Beşiktaş-Ankaraspor maçında Tello, rakibi Theo’ya tam da yardımcı hakem Serkan Gencerler’in önünde öyle bir yumruk attı ki, boks kurallarına göre de (açık el) bu bir fauldü!
Serkan Gencerler göremiyordu. Çünkü O’nun gözü toptaydı. Top taç çizgisini geçti mi, geçmedi mi ? O arada Tello çaktı yumruğu.
...Ve oyuna devam etti.
O ikili mücadeleyi izleyen kaç bin çocuğun aklına nasıl takılmıştır bu örnek, kimbilir ?
Bazıları şöyle düşünmüş olabilir mi: “Hakeme çaktırmadan yumruğu, tekmeyi basıp rakibini yıldıracaksın!”.
Bu örnek, “iyi bir örnek” sayılabilir mi ?
Peki kim verecek Tello’nun cezasını ?
Bir etik kurul oluşturulabilseydi, bu konuda duyarlılık gösterir, federasyonun ilgili kurumları ve kamuoyu önünde sadece bir kınama ile tavır belirleyebilirdi. Vicdanları rahatlatırdı. Ama böyle bir kurul yok.
Ayrıca etki dediğiniz de kimin umurunda!
Kazım Kazım, kime lazım!
Colin Kazım Richards, Türk vatandaşlığına geçerken, işlemler çabuk yürüsün diye adını da soyadını da Kazım olarak seçmiş... Yetenekli, şımarmaya daha da yetenekli bir futbolcu. Hayatında hayal dahi edemediği sürprizler bir kola kutusundan çıkıp onu buralara getirdi.
Euro 2008’de İngiliz spor yazarları Yiğiter Uluğ’a en şaşırdıkları olayı şöyle anlatıyorlarmış: “ Burada İngiliz Milli Takımı maalesef yok. Ama İngiltere doğumlu bir çocuk, Euro 2008’de futbol oynuyor. Görüp göreceğimiz tek İngiliz orijinli futbolcu o!”.
Kaderin cilvesi işte.
Colin Kazım ya da Kazım Kazım, sevimli bir çocuk. Ama giderek büyüyen egosunun altında kalıyor. Yaşadıklarına fena halde alışıp daha fazlasını istiyor. Aragones’le arası açık. Adamın gözünden düştü. İngiltere’ye Premier Lig’e dönmek için gece gündüz menajerleriyle konuşuyor. Fenerbahçe’de gerçekleşen rüyasına sahip çıkmıyor. Milli Takım kamplarında da günden güne yalnızlaşıyor. Kime nasıl şaka yapacağını, şakanın ölçüsünü bilmiyor. Bu nedenle sürekli olarak baltayı taşa vuruyor, can sıkıyor.
Başkan babalık yapmalı
Fenerbahçe’nin, Dinamo Kiev karşısında ileri uçta Alex ve önündeki Güiza ile oynaması bekleniyor. Dinamo gibi sert bir kayaya Alex ve Güiza aynı biçimde karşılık verebilirler mi ? Güiza beraberliğe razı Dinamo Kiev savunmasının içinde geniş alan bulabilir mi? Topa istediği gibi vurabilir mi ? Deivid sağ kanattan topu çizgiye indirip Kazım Kazım kadar etkili kesebilir mi ? Bu sorular maç öncesi kafamı en çok yoran sorular.
Aragones keşke Kazım, Deivid, Uğur üçlüsüyle bir orta alan kurup onların önünde de Semih’i oynatabilseydi! Ne yazık ki bu hayal diziliş mümkün değil!
Bunları niye anlatıyorum ?
Aziz Yıldırım çocukça kaprislerine ve şımarıklıklarına rağmen Kazım Kazım’a sahip çıkmalı... Öfkelenip kızarak ondan vazgeçmemeli... Kazım Kazım’ın şefkate, ilgiye ve eğitime ihtiyacı var. Çünkü parlak bir geleceği var.
Başkan’ın “babalık” yapması lazım...
Dedik ya, çocuk Kazım Kazım!