En başından şunu söylemeliyim: Mehmet Ali Aydınlar , Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığı için, Mahmut Özgener’in tekrarlamayı çok sevdiği “futbol ailesi” tarafından değil, “siyaset kurumu” tarafından aday olarak seçilip önerilmiş bir isimdir.
Her ne kadar Kulüpler Birliği Vakfı’nda adaylığını ilk açıklayan Göksel Gümüşdağ’ın çekilmesinden sonra üzerinde ittifak edilen aday konumuna gelmişse de, esastan kulüplerin adayı değildir.
Siyasetle sporun uzlaşmasından (bu uzlaşmadaki yararlar hesaplanarak) çıkan adaydır.
Ama şunu söyleyebiliriz:
Mehmet Ali Aydınlar, Özgener’in “Ben yokum” dediği bir ortamda, hem siyasetin, hem sporun, hem medyanın, hem de kamu vicdanının kabul edip benimsediği bir başkan adayıdır.
Futbolun özerkliği, kendi kendini yönetebilirliği gibi kavramları dikkate aldığımızda, keşke işin içine siyaset hiç karışmadan, akıl ve vicdanların gündeme getirdiği bir aday olsaydı ! Ne yazık ki olmadı. Bireysel egolarından, kulüp çıkarcılığından, rekabeti köşe kapmaca olarak benimseyen ve sadece isteyen anlayışlarla “futbol ailesi”nin olgunlaşıp kendi adayını (ya da adaylarını) bulması daha uzun yıllar bir hayal olarak kalacaktır.
Futbol Federasyonu, eğri oturup doğru konuşalım, futbolu yönetmede tek yetkili kurum olmasına rağmen, gerçekte erkler sıralamasında sonlarda yer almaktadır.
O federasyonu oluşturan “futbol ailesi”nin her üyesi, federasyonu yönetmekte, biçimlendirmekte iddialıdır. En başta da Kulüpler Birliği... Sonra ayrı ayrı kulüpler... İşler kendi tasarladıkları gibi gerçekleşmeyince hır çıkarırlar. Medyada demeç savaşları verirler, sonra kavgayı federasyona taşırlar. Hemen her kulüp kendi stratejik hesaplarıyla bir şekilde federasyon kararlarını etkilemek ister. Kulüplerin, Türk futboluyla ilgili yığınla sorunu çözmek gibi bir iddiaları, katkıları da söz konusu değildir. Hemen her biri vergiden, arsa veya tesise, yabancı kontenjanından gelirlerin bölüşülmesine kadar bir yığın konuda çözüm değil, sorun üretirler. Bakınız, 6 yabancı kontenjanı, savruk ve tutarsız kulüp uygulamalarıyla nasıl +2+2 formülleri bulunarak gülünç ve yararsız bir uygulamaya dönüşmüştür, hatırlayınız. Bu örnek, federasyonun, yöneten değil, yönetilen bir kurum haline dönüşmesinin en önemli göstergesidir.
Mehmet Ali Aydınlar, yıllardır saygı duyduğum örnek bir insandır. Hem iş adamı, hem spor adamı, hem de baba olarak...
Fenerbahçe’de yöneticiliğini anımsıyorum. Muhasebe konusunda gösterdiği duyarlılık ve tutarlılık çoğu arkadaşını rahatsız etse de hep doğru bildiğini yapmıştır. Kendisiyle sadece voleyboldaki 3 yabancı ısrarı konusunda farklı düşünüyoruz. Ben, Başkan Karabıyık’ın 2+1 formülünü daha gerçekçi buluyorum. Yine de kadın voleyboluna katkıları göz önüne alındığında, elbette tartışılabilir bir karşı tez oluşturuyor. Saygı duyarım.
Aydınlar’da önemsediğim özellik, yaşadığı evlat acısından sonra hayata küsmemesi, evladının yerine koyduğu sporcuların başarısı için örnek bir adanmışlıkla topluma hizmet sunmasıdır.
Aynı gayretleri futbol için de fazlasıyla göstereceğine inanıyorum.
Çok sıkıntılı bir dönemde, yığınla yapısal sorunun üstesinden gelmeye, kulüpler arasında adil ve dengeli ilişkiler kurmaya çalışacak. En güvendiği kesimlerin bile muhalefetiyle karşılaşabilir. En güvendiği kurumlar dahi kendisini yalnız bırakabilir. Kendisini çok seven ve destekleyen medya da bir yerden sonra boş verecektir.
Sözün özü, “futbol ailesi”, Mehmet Ali Aydınlar’ı en kısa zamanda hayal kırıklığına uğratacaktır.
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi birinci vazifesi futbola sahip çıkmak ve futbolu yönetmektir!
O halde... Başarılar Sayın Başkan!
Keyifli bir yaz
Bir yandan Wimbledon, bir yandan basketbolda perilerimizin Avrupa Şampiyonası mücadelesi... Bir yandan bisiklet, bir yandan FIFA U 17 Dünya Kupası heyecanı.
Sportif anlamda renkli ve keyifli bir yaz yaşıyoruz dostlar... Siz siz olun, tadını çıkarmaya bakın... Eurosport, NTV Spor, TRT Spor, harika yayınlarla kortları, salonları ve sahaları odalarımıza getiriyor.
Bu keyif ortamında ben hep favorilere karşı mücadele eden daha az tanınmış, daha zayıf sporcuları tutuyorum. Farklı bir heyecan yaratıyor. Örneğin, 12 yıl aradan sonra Amerikalı Williams’a meydan okuyarak kortlara dönen Kimiko benim en desteklediğim oyuncuydu. Kaybetti ama, milyonların sevgisini ve takdirini kazandı.
Bizim perilerden Birsel, Nevriye, Şaziye, Işıl Belarus’tan iki yıl sonra rövanşı alıp çeyrek finale yükselirken Londra Olimpiyatları için de bir umut ışığı yaktılar. Çok sevindim.
Dedim ya sporda keyifli bir yaz bu... Tadını çıkarın!
Coşkun Abi
Coşkun Özarı, gerçek bir abi idi.
Ağabeylik de yetmez. Dost, baba, hoca... hepsi!
“Yenile yenile yenmeyi öğreneceğiz” derdi Milli Takım Teknik Direktörü olarak. Beğenmezdik, eleştirirdik. Ama o ısrarla sabretmeyi ve öğrenmeyi öğütlerdi.
Sadece futbol ve Galatasaray’ın içinden değil, aynı zamanda basının ve Milliyet’in içinden gelmiş bir hocaydı. Hemen her milli maçtan önce bize sahaya çıkaracağı 11’i verir, “Oğlum, çocuklar üzülmesin. Siz yine de muhtemel kadro yazın!” diye uyarırdı.
Gündüz Kılıç ve Tevfik Ünsi ile birlikte yazdıkları “Futbol Bizim Dünyamız” kitabını severek okumuştum.
Futbola en büyük hizmeti, Turgut Özal’ı ikna ederek özerkleşme sürecini başlatmış olmasıydı. İçi dışı bir, yapmacıksız, yalansız bir ustaydı Coşkun Abi... Geçenlerde spor yazarlarının ustalığını kutlamak için bir ödül gecesi düzenledi Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül... Orada hepimizi onurlandırdıktan sonra “ Şimdi Şişli’de büyük bir futbolcu fabrikası açıyoruz. Gerçek bir eğitim yuvası... Buraya yaşayan bir ustanın adını vereceğiz. Önerilerinizi bekliyorum” dedi.
O sırada hastanede hayatının en zor maçını oynayan Coşkun Abi’nin oğlu Murat, babasının adını önerdi. Alkışlarla destekledik.
Ne güzel... Adının konduğu bir tesisle yine babalık ve hocalık yapacak çocuklara Coşkun Abi...
İnanıyorum ki çok rahat uyuyacak!