Avrupa Futbol Şampiyonası, çoğunlukla sıkıntı maratonuna dönüşen maçlar sonunda nihayet tarihteki yerini aldı. Bir çok otorite müsabaka formatından oyun kalitesine kadar farklı konularda organizasyonun sıkıntıya dönüştüğünü iddia ediyor. Ahmet Güvener de uzaktan - Amerika’dan - gözlemlerini yazmış. Bugün, onun görüşlerinden de yararlanarak bir değerlendirme yapıyorum.
FUTBOLSUZ ŞAMPİYONLAR
Euro 2016, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın adeta karbon kopyası gibiydi. İki şampiyon da (Yunanistan ve Portekiz) turnuvanın favorisi değillerdi. Yaratıcı, göz okşayan futbol oynamadılar. Savunma ağırlıkla fırsatçı taktikleri tercih ettiler. 2004 finali hiç değilse 90 dakikada bitmişti.
NEREDE DEVLER, NEREDE İSPANYA?
Haksızlık etmeyelim. Şampiyonada iz bırakan takımlar da vardı geçmişte... Örneğin İspanya... 2008 ve 2012’de turnuvanın en iyi takımı olduklarını kabul ettirerek şampiyonluğu kazandılar. Bu yıl şampiyonayı domine eden güçlü bir takım çıkmadı. Evet, ev sahibi Fransa, İtalya, Almanya güçlüydüler ama, güçleri meydan okumaya - kazanmaya yetmedi! Dünya Kupası’nın aksine, Avrupa şampiyonaları zaman zaman zayıf, favori olmayan takımları da (Çek Cumhuriyeti 1976, Danimarka 1992, Yunanistan 2004, Portekiz 2016) zirveye çıkarabiliyor. Bazıları bunun “futbolun güzelliği” olduğunu söyleyebilir ama, yine de tartışmak gerekir. Leicester City İngiltere Şampiyonu oldu. NBA’de Cleveland Cavaliers taç giydi. Onlar ligin en iyi takımlarıydılar. Yıl boyu yaptıkları maçlarla, basketbolda play-off ve 4/7 final kapışmalarıyla güçlerini ortaya koydular, maraton bitirdiler. Portekiz ise gruptan 3 beraberlikle çıktı. 3 galibiyet aldı, 1 maçı da seri penaltılarla kazandı. 24 takımlı bir Avrupa Ligi oynansa Portekiz’in şampiyon olabileceğine kaç kişi inanır?
KAPAN VE FIRSAT KOLLA!
Şampiyon Portekiz, Atletico Madrid’i şampiyonluğa, finallere taşıyan taktikle mücadele etti: Yoğun ve sıkı defans... Topu rakibe bırakmak ve onları defansif hatalara yönlendirmek... Kazandıkları topla da kontratağa çıkıp gol kovalamak. Portekiz bu taktikle 9 attı, 5 yedi.
3-5-2’YE DÖNÜŞ
Pek az maçta futbolun kalitesini yükselten taktikler izledik. En başta İtalya - İspanya maçı. Yeniden 3-5-2 formasyonuna dönüşler yaşandı. Almanya da İtalya’ya karşı aynı sistemi denedi. Önümüzdeki sezon 3-5-2 liglerde yaygınlaşabilir. Bu turnuvanın süperstarı yok. Dimitri Payet, Renato Sanchez gibi geleceği aydınlık yıldız adayları var.
İZLANDA VE GALLER
Euro 2016’nın “Külkedileri” Galler ve İzlanda idi. Hepimizin gönlünde taht kurup tarihe karıştılar.
VE HAKEMLER
Bu turnuvada hakemlerin takımlardan daha başarılı olduğunu söyleyenler var. Özellikle İtalya - Almanya maçını yöneten Viktor Kassai (Macaristan) en iyisiydi. Ancak UEFA’nın “akıcı oyun” takıntısıyla fauller ve fena hareketlerde hakemlere yumuşak davranmaları uyarısı, ters sonuçlar yarattı. Payet Ronaldo’yu sakatladı. Bırakın sarı kartı, faul bile vermedi İngiliz hakem.
MAAŞA BAKMA, İŞE BAK!
Turnuva bu formatıyla en iyi futbolu ve en iyi takımı zirveye çıkarmıyor. En başarılı hocalar ve en başarılı takımlar en yüksek maaşı alan, en pahalılar değil. Bir kez daha anlaşıldı: Ev sahibi olmak, avantajdır!
* Boring: Sıkıntı
Bu format değişmeli!
1982 ve 1990 Dünya Kupası maçları 24 takımla iki farklı formatta oynandı. 1990 Dünya Kupası, aynı Euro 2016 sistemiyle grup üçüncülerine de kapı açmış ve kalitesizliğiyle tarihteki yerini almıştı. 1982 Dünya Kupası’nda grup üçüncüleri elendiler. 6 gruptan çıkan 12 takım, ikinci turda üçlü dört gruba ayrıldı. Grup liderleri doğrudan yarı final oynadılar. Orada da gruptan 3 beraberlikle çıkan İtalya şampiyon olmuştu ama, onlar hiç değilse Arjantin ve Brezilya’yı devirdiler.
Şu kadın tuvaletleri
30 yıl önce servisteki kadın arkadaşımız Serap Özaksoy’u Ali Sami Yen’e gönderdik. Oradan erkekler tuvaletinin kuyruğundaki kadın futbolsever röportajıyla döndü. Kırkpınar’da bırakın kadınları tek tuvalet yoktu. Abdi İpekçi’nin seyirci tuvaletleri malzeme deposuna çevrildi... Neyse bu sorunlar zamanla çözüldü ama hâlâ ufak tefek sıkıntılar var.
Demem şu: Ertuğrul Özkök’ün Fransa’daki final izlenimlerinden şunu öğrenmiş olduk: “Tuvalet evrensel bir mesele azizim!”
MİYOBİK MİLLİYETÇİLİK
Bu kavrama dikkat edin... Sporu ve olimpizmi tehdit eden en önemli arızadır. Amsterdam’daki Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda Türkiye 4 altın, 5 gümüş, 3 bronzla Cumhuriyet tarihimizin en büyük başarısını elde etti. Madalya tablosunda onca ülkeyi geride bırakıp dördüncü sırayı aldı.
Efendim, bunların hepsi devşirme (bu deyim de yanlış ya) imiş... Hiç biri Türk değilmiş.. Taşıma suyla değirmen döndürülmezmiş... Anadolu’daki çocuklar o yüzden gelişemiyormuş filan...
Bir kere şunu bilelim : Olimpizmin ilkelerine göre her sporcu istediği ülkenin pasaportuyla olimpiyat oyunlarına katılabilir. Olimpiyat oyunları ülkeler arasında yarış değildir. Orada asıl olan sporculardır. Bir de şunu hatırlatalım: Mesut Özil Alman Milli Takımı’nda oynarken gurur duyuyorsun, ama Kenya’dan kendi arzusuyla senin ülkene gelen, senin bayrağını göndere çektiren sporcudan rahatsız oluyorsun. Ayıp değil mi? Bugün dünyanın her ülkesinde dışarıdan gelip şampiyon olan sporcu var. Örneğin, İngilizler’in Muhammed diyemeyip Mo Farah diye çağırdıkları Somali doğumlu İngiliz atlet... Ya da Bosna Hersek savaşından kaçıp İbra diye ün yapan İsveçli futbolcu Zlatan İbrahimoviç... Oldu mu?