20. Yüzyıl’ın en büyük sporcuları arasında yer alan Carl Lewis, 100 metrede ilk olimpiyat altın madalyasını 1984’de Los Angeles’da kazandı. 1981’de dünya listelerine girerek başladığı muhteşem kariyerinde asıl branşı uzun atlamaydı ama Lewis de rahmetli Cüneyt (Koryürek) ağabeyimiz gibi 100 metreyi olimpiyat oyunlarının “tektaş pırlantası” olarak görüyordu...
Kariyerinde büyük emeği olan ve aynı zamanda antrenörlüğünü yapan babası William Mc Kinley Lewis, 1987’de vefat etti. Kuşkusuz Lewis’in hayatındaki en acı gündü bu. Atletizm kariyerinin başındaydı henüz... Alacağı çok yol ve madalya vardı daha... Evet, büyük bir ekiple çalışıyordu. Üniversiteden, atletizm federasyonundan antrenörler, doktorlar, istatistikçiler, sponsporlar hep onun başarısı için yanındaydı. Ama yine de müthiş bir yalnızlık duygusuna kapıldı.
William Lewis’in kilisedeki cenaze töreninde, kederli oğul tabut içinde yatan babaya veda için yaklaştı.
“Baba bu madalya senindi... Her şey için teşekkürler. Huzur içinde uyu!” diyerek 1984 100 metre altınını ölü adamın sağ eline yerleştirdi, sonra hafifçe basarak parmakları madalyanın üzerine kapadı.
Bir evlat, babaya minnet borcunu böyle ödüyordu...
* * *
Burak Yılmaz, Trabzonspor formasıyla kendi başarı öyküsünü yeniden yazıyordu. Antalyaspor’dan Tigana’nın isteğiyle Beşiktaş’a gelmiş, Ertuğrul Sağlam döneminde Manisaspor’a verilmişti... Oradan Fenerbahçe’ye geldi... Böylesi, çok az görülmüş bir şanstı. Bir büyük kulüpte barınamamak, daha alt kategoride bir takıma gönderilmek ama yine de bir başka büyüğün kadrosuna girmek... Acaba Aragones mi eleştirilmeliydi, Burak Yılmaz mı? Çünkü Fenerbahçe ile sporcusu mutluluğun ve başarının formülünü bulamamışlardı..
Burak Yılmaz Eskişehirspor’a gitti...
Sonrası malum... Fenerbahçe, Trabzonspor’dan Gökhan Ünal’ı alırken, paraya ilaveten Burak Yılmaz’ın bonservisini de verdi bordo- mavililere.
Burak Yılmaz, beyin sarsıntısı geçirip hastanede gözetim altında tutulduktan sonra Galatasaray maçında ısrarla oynamak istemiş, kulübede gönüllü olarak bekleyen beyin cerrahının da izlediği maçta Arena’da sahaya çıkmıştı.
Şampiyonluk yarışında 3 puanı getiren golden sonra kameralara bağırdı: “-“-“ “- Anneee! Anneee!”
Evlat, kaygılar içinde maçı izleyen annesinin tertemiz yüreğine sesleniyordu... Şunu demek istiyordu galiba: ”Anacığım merak etme, sağlıklı ve sağlamım. Korkma bak, golümü de attım işte!.”
Belgin Yılmaz’ın bu sözleri duyup duymadığı kuşkuludur. Bazı haberlere göre evlat golü atar atmaz, anne şak diye bayılmıştır.
* * *
Evelyn Lawler Lewis, Carl Lewis’in annesi, kilisedeki cenaze töreninde madalyalı vedalaşmayı gördükten sonra soran gözlerle oğluna bakar... Sakatlıklar yüzünden hayal kırıklıklarıyla biten bir atletizm kariyeri vardır. 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda 80 metre engelli koşucusu olarak Amerikan takımına seçilmiş ama madalya alamamıştır...
Oğul Lewis, annesinin gözlerindeki soruyu anlar. Dul kadının yanına gider, elini tutar ve şunları söyler: “Merak etme, senin madalyanı da vereceğim!”
1988 Seul Olimpiyatları’nda Evelyn Lewis’le tanıştım ben... Carl Lewis’in basın toplantısını arka sıralardan izliyordu... Yanına gidip doğrudan sordum: “Oğlunuz, Los Angeles’daki altını babasına verdi. Siz de buradaki 100 metreyi bekliyorsunuz. Ama Ben Johnson sizin beklediğiniz madalyayı kapabilir!”
Bayan Lewis’in yüzü aydınlandı, gözleri parladı ve “Umurumda değil... Ben birlikte gömüleceğim altın madalyayı oğlumun alacağına inanıyorum. O bana Tanrı’nın evinde söz verdi! Sinirlenmeden, anaç bir gülümsemeyle!
Biliyorsunuz, o yarışı Ben Johnson kazandı... 9.79 gibi akıl almaz bir dünya rekoruyla. Ama gece yarısı doping yaptığı anlaşıldı. Madalyası iptal edildi. Johnson, Kanada kafilesinden çıkarıldı ve ilk uçakla Seul’ü terk etti... Altın madalya Carl Lewis’in oldu... Anne Evelyn’nin dediği gibi!
* * *
Burak Yılmaz, Bursaspor’a attığı golü de babasına armağan etmiş... Bir zamanlar Beşiktaş’ta eldiven giyen, bir maçta yedi gol yedikten sonra kariyeri sona eren, sonra da hayallerini aktararak futbolcu bir oğul yetiştiren Fikret Yılmaz’a!
Bu ana - evlat, baba - oğul öyküleri çok duygulandırdı beni... Adanmış hayatların, eninde sonunda ödüllendirileceğini bilerek sporu bir kez daha sevdim!’
Bayatlı’ya teşekkür
Togay Bayatlı, sağlık nedenleriyle istifa ederek Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığını bıraktı...
Gazeteci olarak TSYD ve Dünya Spor Yazarları Derneği AIPS başkanlığında verdiği hizmetleri unutmak mümkün değil. Togay Abi, aynı aşk ve şevkle olimpiyat için de çalıştı. Ama O’nu çok huzursuz ettiler. Mesaisine saygı göstermediler. Dahası, Mısır Olimpiyat Komitesi’nin 100. yıl etkinliklerine resmi davetle katıldı, kum fırtınasında ayağı üç yerden kırıldı. Uzun süre hastanede yattı, masraflarını da cebinden ödedi. Merhum Turgut Atakol ve Sinan Erdem için gösterilen duyarlılık Togay Abi’den esirgendi. Togay Abi’nin sadece ayağı değil, kalbi de kırıldı.
Başka öyküler de anlatılıyor... Şimdilik bunlara girmiyorum.
Yeni Başkan Uğur Erdener’e başarılar dilerim.
Polat aday olmalı
Hem mahkeme kararı, hem de Galatasaray Divanı’nda oluşturulan hukuk kurulu, yeniden aday olmalarında engel görmediğine göre Başkan Adnan Polat da, istifa eden veya etmeyen yönetici arkadaşları da 14 Mayıs’taki seçime katılabilecek.
Buradan Adnan Polat’a bir çağrım var: Yeniden başkanlığa aday olmalı...
Galatasaray’da sportif başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları üzerine oluşan tepki ortamı acımasız bir infazla hem tarihsel bir hata yaptı hem de Polat ve arkadaşlarını yaraladı.
Saygı duyulacak bir hizmet böyle mi ödüllendirilir?
Polat’ın tarihe geçecek, kulübü yangından kurtaran başarıları da var. Galatasaraylılar bunu çok iyi biliyor.
Evet, Sayın Başkan yeniden aday ol!
Haksız infazın kurbanı olacağına, çık ortaya tezlerini ve vizyonunu yeniden anlat... Yenileceksen, dövüşerek yenil!
Bu gönül yarasıyla yaşamak mümkün değil!