Pazar günü oynanan Galatasaray Fenerbahçe derbisinin, bırakın futbolumuzdaki en büyük klasik olmasını, sözlük anlamına uygun bir maç dahi sayılamayacağını söylemeliyim.
Evet, geçmişe oranla daha sakin, biraz daha medeni bir derbi olduğu kesin. Ama yinede bir maç bile olamadı o buluşma.
Maç olması için başa baş, denk kuvvetlerin çatışması gerekirdi. Oyunun zaman zaman düğümlenmesi, karşılıklı atakların, ikili kapışmaların sahnelenmesi, bol bol gol pozisyonu, hiç değilse şut sayılarında bir denklik sergilenmesi gerekirdi.
Öyle olmadı.
Evet, Galatasaray oynadı ve kazandı...
Fenerbahçe, hiç oynamadı ve kaybetti.
Kırk yıldır bu maçlara tanık olan ben, hayatımda belki de ilk kez böylesine tek taraflı bir maç izledim.
Şu unutulmaz 6-0’lık maç dahi bu kadar tek taraflı değildi bence. O gün mücadele eden, pozisyona bile giren ama yarım düzine de gol yiyen bir Galatasaray’ın tanığıydık. Pazar günü oyuna hemen hiç katılmayan bir Fenerbahçe’nin tanığı olduk.
Maçın teknik analizini herkes kendine göre yaptı nasılsa...
O bilinenleri burada tekrarlamayacağım.
O maça biraz daha farklı bir pencereden baktım ben...
Futbolcuların teknik özelliklerine değil aidiyetlerine göz attım.
Hemen söylemeliyim ki mesele yerli yabancı tartışması değildir. Tekrarlayayım . Mesele bir aidiyet meselesidir.
Aidiyet, yani bana göre o kulübün, o grubun, o takımın bir parçası olma hissi...
Tıpkı Ayetullah Efendi gibi “Fenerbahçe benim!” diyebilmek bilinç ve cesareti.
Sizi bilmem ama, Ali Sami Yen’de “Fenerbahçe benim!” diye kükreyen, direnen bir aidiyet sahibi göremedim ben.
Fenerbahçe 3 yerli oyuncu ile başladı maça : Volkan, Gökhan ve Uğur... Takımın öteki 8 oyuncusu, pasaportlarındaki farklılıklara rağmen yabancı kökenliydi...
Hiçbirinin çocukluklarında Fenerbahçe rüyalarıyla büyüdüğünü sanmıyorum.... Hiçbirinin Fenerbahçe’ye gelmeden önce Lefter’i, Can Bartu’yu, Şeref Has’ı, Cemil Turan ve Rıdvan Dilmen’i bildiğini, sevdiğini ya da kendine örnek aldığını düşünmüyorum...
Futbolculuk değerleri, başarıları ve Fenerbahçe sevgileri ne olursa olsun o oyuncuların “Fenerbahçe aidiyetleri” yoktu... Global endüstriyel futbolda bu belki de o kadar önemli değil... Hatta orada daha enternasyonal kimlikli bir takımla daha rahat edebilirsiniz.
Ama derbilerde bu aidiyet farkı, canınızı sıkabilir.
Volkan, Gökhan ve Uğur, takımı ateşleyecek, arkadaşlarına liderlik yapacak ve kükreyecek bir olgunluk ve kıdem sahibi değiller henüz. Alex’ten de başarılı liderliğine rağmen, bir aidiyet başkaldırısı bekleyemezsiniz.
Fenerbahçe, o maçta Fenerbahçelilik kimliğini ve aidiyetini unuttu... Hatırladıklarında da belki, maç bitmişti.
Galatasaray’a dönecek olursak...
Tribünde Okan, kulübede Hasan Şaş, saha içinde Ümit Karan, Hakan Şükür, Servet, Sabri, birer aidiyet örneği idiler. Arda da o aidiyetin en genç temsilcisiydi. Hepsinden tek ses çıktı : “Galatasaray biziz!”
Fenerbahçe’de bir Ümit Özat, bir Tuncay Şanlı, hatta bir Tümer olmadığı için derbi tek taraflı oynandı. Maç, maç olmaktan çıktı.
Elbette Aziz Yıldırım’ın enternasyonal rekabet için yabancı sınırlamasının kalkması talepleri tartışılabilir. Bu ayrı bir konu...
Ama bir yandan küreselleşirken, öte yandan yerel ruhu da kaybetmemeli.
Tıpkı Uğur Meleke’nin “glokal”i gibi.
Bülent Uygun’a
Zirve rekabetine kattığın heyecandan, renkten ve sesten memnunuz.
Ne olur bu keyfi bozma.
Kulvarından çıkıp insanları yargılama.
Kendine farklı misyonlar yükleme.
Aklına geleni tartmadan- düşünmeden söyleme.
Zirveleri aş, haddini aşma!
Hakemler İsviçre’ye
Fırat Aydınus’un derbideki serinkanlı, huzurlu, kazasız yönetimiyle hakemin gündem oluşturmadığı bir maça tanık olduk, nihayet.
Ne kazanan, ne kaybeden...
Gördünüz mü Aydınus’tan şikayet eden?
Sadece Aydınus’a değil, tüm hakemlerimize kredi kazandıran bir olaydır bu.
Hazır onlarla ilgili pozitif düşünceler yoğunlaşmışken, Hasan Doğan federasyonuna da bir öneride bulunalım:
Sayın Başkan, lütfen MHK üyeleriyle en az 10 hakemi Euro 2008’e götürünüz.
Bilgilerini, görgülerini artırsınlar. Gözlemlerini yapsınlar. Oradan mutlaka kazançla döneceklerdir. Hatta Milli Takım’la da bir oturumda buluşsunlar.
Böyle bir hamleye gerçekten ihtiyaç var!
Fatih Hoca ve Kumcu Hasan
Ali Sami Yen’in protokol tribününde kulüp başkanlarıyla birlikte birinci sırada oturacak kişiler belli...
Bakanlar, milletvekilleri ve vali...
Bir de Fatih Terim, tabii...
Milli Takım Teknik Direktörü yani...
Biliyorsunuz, Fatih Hoca derbiye zamanında geldi, baktı ki kendi yerinde bir milletvekili oturuyor, geldiği gibi gitti.
Olay çıkarmak, birilerini rahatsız etmek istemedi. Ama kurumsal anlamda temsil ettiği değerlerin ciddiye alınmamasına haklı olarak kızdı.
Protokol tribünlerinde yıllardır sürüp giden görgüsüzlükleri bir türlü önleyemedik.
Adamın 1 kişilik yeri var, 3 misafirle gelir... Korumasını ille de burnunun dibinde ister.
Sıkıysa başka bir yer göster...
Niye ? Çünkü beyefendiler herkesten, kurumlardan önce kendini önemser.
Bu kadar egosantrik insan bolluğunda da Fatih Hoca ayakta kalır.
Unutmadan, maçta Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a ayrılan yerde “Kumcu Hasan”ın oturduğunu öğrendim.
Erman Hoca tanıyor, “İyi bir arkadaştır” dedi. Kumcu Hasan, bileti kimden aldığını söylemedi...
Duruma üzülmüş... Kimbilir, olayı görse belki de yerini Hoca’ya verirdi!