Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Futbol analistleri (bunu da ben uydurdum), yorumcuları, taktik ve teknik mühendisleri istedikleri gibi yorum yapabilirler...
Aragones’in takımla ve kulüple iyi iletişim kuramadığını öne sürüp, o zengin kadrodan bir başarı öyküsü çıkaramadığını söyleyebilirler.
Güiza geyikleri, Semih muhabbetleri, ön liberoda Aurelio yokluğu ya da Appiah’ın dönüşü üzerine döktürecekleri fikirlere de saygı duyarım...
Alex’i sevip heykelini dikme ölçüsünde tapınanlara güler geçerim...
Deivid, Roberto Carlos, Edu konusunda da elbet ahkam kesme hakları saklıdır.
Lugano’nun saha içindeki mücadeleci, saldırgan halini çok severim. Bir sporcu portresine sahip olmasa da Lugano iyi futbolcudur. Beğenirim. Hakemlerle diyalogunda yakın plan çekimleri, uzman psikologlar için ilham verici olabilir.
Kısacası, Fenerbahçe’nin kadrosuna bakarak başarısızlığın teknik analizini yapanlar, gitmesi gereken, kalması icap eden futbolcu listeleri üzerinden geleceğe dönük öngörüde bulunanlara hiç itiraz etmem...
Benim, bu yılın büyük hayalkırıklığı ile ilgili yorumum değişmeyecektir.
Baktım da aradan bir yıldan fazla bir zaman geçmiş...
21 Nisan 2008’de bu köşede yazdığım yazının başlığı şuydu : “A.Sami Yen’de duyulmayan ses : Fenerbahçe benim!”
Bu sezon da, o kadrodan böyle bir ses gelmediği için kaybedilmiştir, maalesef!
Fenerbahçe’de artık misyonunu tamamladığına inandığım “Alex ve arkadaşları” bir şampiyonluk, bir Kupa finali daha kaybetmişlerdir.
Bu kayıpların temelde Aragones’le filan da ilgisi yoktur bence.
Yabancı futbolcu sınırlamasının kalkmasını savunanlar, 6’ya ilaveten +2’yi isteyenler, şimdi o formülden de sıkılmakta, tümüyle bir serbestlik talep etmektedir. Onlara göre Şampiyonlar Ligi’nde rekabet edebilmek için, o ligin devleriyle aynı hakları kullanmak gerekmektedir. Bu derin konuyu gelecekte yine tartışırız. Ama hemen söylemeliyim ki, Fenerbahçe’nin yabancıları arttıkça, Kaka’yı, Cristiano Ronaldo’yu da getirseniz, Kanute’yi de alsanız, hayalkırıklığına uğrama olasılığı katlanarak büyüyecektir.
Fenerbahçe’nin temel soruınu aidiyettir.
Takımı adına ağlayan, uykusuz kalan, çocukluğundan beri o formayı giyme hayalleriyle büyüyen, gerektiğinde Ayetullah Efendi gibi “Fenerbahçe benim!” diyerek ayağa kalkıp isyan edebilen oyuncusu yoktur Fenerbahçe’nin. Kalmamıştır. Ümit Özat, Tuncay Şanlı, Rüştü Reçber, birer birer gitmişlerdir. Volkan Demirel de kendini en Fenerbahçeli hisseden yerli oyuncudur belki... Ne var ki onunki isyancılık değil, kavgacılıktır, gördüğümüz kadarıyla.
Böyle bir ortamda Semih Şentürk de aidiyet hissini damarlarında olanca sıcaklığıyla hissetmesine rağmen, yeterince forma verilmediği, lider olarak görülmediği için Fenerbahçe futbol alanında bu yıl da “ruhsuz” bir takım olarak sezonu tamamlamıştır.
Şimdi sadede gelelim...
Kongreden yetki alan, vizyon geliştiren ve futbola el koyduğunu ilan eden Başkan Aziz Yıldırım, öncelikle bu “ruh”u çağırmak zorunda.
Tuncay, o ruhun kendisidir. Premiership’te mi kalır, yoksa Middlesbrough’la birlikte Championship yolcusu mu olur, bilemem. Fenerbahçe’ye dönmesini dilerim. Kariyerinde bir kırılma yaratacağını bildiğim halde, Fenerbahçeli olmadığım halde, Fenerbahçe’ye gelmesi için yolunu gözlerim.
Çünkü O’nunla birlikte Fenerbahçe’nin ruhunu da kaybettiğini hatırlarım!

Haberin Devamı

Hoş geldin güleryüz!
Adam Özal’ın 24 Ocak kararlarında da gülüyordu...
Tansu Çiller’in 5 Nisan kararlarıyla herkesin ve her kesimin sarsıldığı o eski günlerde de gülüyordu.
2001 krizinde de gülmeye devam etti...
2008’de patlayan krizde de hem gülüyor, hem de büyüyor.
Adam, 2009’da bir bahar günü, spora avdet etti.
Bakanlar, başbakanlar, başkanların ısrarla federasyon başkanlığı önerdiği adam, o görevlere hep kibarca “hayır” dedi.
Avdet ettiği yeni görevi, daha orta derecede...
Aziz Yıldırım’a “evet” diyerek, Fenerbahçe yönetiminde yer aldı.
Güler yüzüyle, kibarlığıyla, savaşçı değil, barışçı tutumuyla...
Doğrusu O’na en çok ihtiyaç duyulan yeri seçti. Çok da iyi etti!
Hoş geldin güleryüzlü adam.
Hoş geldin adam..
Hoş geldin Abdullah Kiğılı!

Haberin Devamı

Yaratıcı muhasebe Teknikleri
Deniz Gökçe hocamız, ekonomiyi de sporu da bilir. Laf aramızda klasik müziği de yazıp yorumlayacak bir bilgi birikimine sahiptir.
Spor ve ekonominin buluştuğu noktalarda ben Deniz Hocam’la Erdal Batmaz’a bakarım.
Batmaz’ın Fenerbahçe ekonomisiyle ilgili görüşlerini, gelecek haftalarda aktarırım. Deniz Hocam, geçen hafta yazmış... Fenerbahçe’nin genel kurula sunulan bilançosunda “yaratıcı muhasebe teknikleri” kullanıldığını söylüyor. Kulübün aktiflerinde 79 milyon TL değerinde bir duran varlık gösteriliyor. Bu varlığın adı, Şükrü Saracoğlu Stadı. İyi ama o stadın tapusu GSGM’de değil mi ? Ancak üst kullanım hakkı bir değer olarak gösterilebilir. Deniz Hoca’nın vurguladığı yaratıcı muhasebe tekniği bu olsa gerek.
Bir de “Üç yıl üst üste şampiyon olacağız” diyor Aziz Yıldırım.
Ve dostlar bana soruyor : “Kimin şampiyonluğunu kime vaat ediyor?”
Bu iki olayın tek karşılığı var latincede:
“Nemo plus iuris transfere potest quam ipse habet!” (Hiç kimse sahip olduğu haktan fazlasını devredemez/ Roma Hukuku)
Kaşif Töre dostuma ve Cahit Davran büyüğüme teşekkürler!

Haberin Devamı

Çakmaz çakar
Ahmet Çakar

Kanaltürk’te Telegol’ü izlerken, soğuk duşa girmiş gibi oldum.
Çok bilen, çok soran, çok konuşan Ahmet Çakar, soruyordu :
“Bu Bilica’yı Romanya’dan nasıl bulmuş adamlar ?”
“Bilica Romanya Milli Takımı’nda oynuyor mu ?”
Serhat Ulueren, Ziya Şengül, Gökmen Özdenak ve “tecrübeli” menajer Sinan Engin susuyordu.
Bilica’nın Brezilyalı olduğunu hiçbiri söylemedi. 2000 Sidney Olimpiyat Oyunları’nda Alex’le takım arkadaşı olduğunu da...
Neden sonra Serhat, kulaklığına gelen uyarıyla uyandırdı arkadaşlarını : “Bilica Brezilyalı’ymış!”
Herkes susuyordu.
Ahmet Çakar da!