Hayır, bu yazı büyük bir iddiaya, bilimsel bir temele dayanmıyor. Ama yine de hep birlikte bir şok yaşıyoruz. Bu şoku bilimsel bir kuşkuyla, ısrarlı ve serinkanlı sorularla analiz etmeli, ders çıkarmalıyız.
Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda tanık olduğumuz gerçek, tam anlamıyla bir “endüstriyel şok”tur...
Son Dünya Kupası Şampiyonu İtalya, henüz maç kazanamadı.
1998 Dünya Kupası galibi, 2006 finalisti Fransa, toz duman oldu. Teknik direktörle futbolcular birbirlerine düştü, Anelka diyalogda ölçüyü kaçırıp, küfür ve hakarete başvurdu. Sonuçta Fransa büyük bir hayal kırıklığı ile ilk turun ardından evine döndü..
Almanya parıltılı bir açılıştan sonra Sırbistan’a kaybetti. Son maçta Gana’ya karşı kader maçına çıkacaklar.
İspanya’nın İsviçre karşısında uğradığı yenilgi, Kupa’nın favorisini sarstı... David Villa golleriyle gelen Honduras galibiyetine rağmen tam rahatladıkları söylenemez. Şili karşısına mutlaka kazanmak zorunluluğuyla çıkacaklar ki, bu baskıya dayanmak o kadar kolay değil!
İngiltere’ye bakacak olursak...
Dünyanın en zengin ligi, modern futbolun anavatanı olarak kabul edilen ülkenin milli takımını Güney Afrika’ya “favori” olarak gönderdi. Ne var ki “favori”, İtalyan teknik direktör Capello’nun yönetiminde henüz maç kazanabilmiş değil! Amerika ve Cezayir beraberlikleri ile büyük hayalkırıklığı yarattı. Eski kaptan John Terry’nin sonradan pişman olsa da takımın oyun düzeni ve Capello hakkında söylediği sözler, birgüven sorunu olduğunu ortaya koydu. Manchester United’ın İskoç menajeri Sir Alex Ferguson, Amerika’da arkadaşlarıyla akşam yemeğine çıktığı için İngiltere’nin Cezayir’le oynadığı (0-0) maçı izleyemediğini söylemiş... Ama futbolcusu Rooney’i aramaktan da geri durmamış : “Büyük beklentiler büyük baskı yaratır... Sakin ol, oynadığın oyundan keyif almaya bak!”
Rooney ne kadar keyif alıyor, bilinmez... İngilizlerin, milli takımdan keyif almadıkları, aksine ıstırap duydukları söylenebilir.
Beş büyük endüstriyel ligin milli takımları 2010 Dünya Kupası’na büyük ümitlerle, iddialarla geldiler... Ama görünen o ki artık bu ülkelerde milli takım heyecanı eskisi gibi yaşanmıyor.
Güney Afrika’daki ilk maçlarda yaşanan şoku futbolcuların formsuzluğu, teknik direktörlerin yanlış oyuncu tercihleri ya da taktik hatalarına bağlamak kolaycılık olur. Daha büyük fotoğrafı görmemiz gerekiyor...
Büyük fotoğraf, Avrupa’da milli takımda oynamanın futbolcular için eskisi kadar büyük bir kariyer ideali olmadığını söyleyebilir mi ? Ya da Avrupa ülkelerinde kulüplerarası rekabetin ( Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi ve ulusal endüstriyel lig rekabeti) milli takımlar arasındaki çekişmeyi gölgede bıraktığı söylenebilir mi ?
FIFA, milli takımlarda yer alan her futbolcunun kulübüne, gündelik 1000 dolar tazminat ödüyor. İyiniyetle ödenen bu rakamlar, 90 milyon Pound’a malolan Cristiano Ronaldo için Real Madrid’i ne kadar tatmin edebilir ? 2006’da İngiliz Owen’ın başına geldiği gibi Ronaldo sakatlanırsa, Real Madrid hangi tazminatla kaybını telafi edebilir ?
Futbolcuların bireysel egoları da önemli... Geçmiş dünya kupalarında göstereceğiniz başarı, sizi global bir star haline getirebilirdi... Pele’yi, radyodan ve basından öğrendiklerimizle tanıyıp seyretmeden hayran olduk... Oysa bugünün iletişim çağında küresel kültür daha milli takımın formasını giymeden bir çok genç oyuncuyu kulüp forması altında starlaştırıp zengin ediyor. Teknik direktörler için de durum pek farklı değil... Mourinho’nun milli takım çalıştırmaya hiç ihtiyacı yok... Çünkü o hem kendi ülkesinde, hem de İtalya’da 2 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Kupası ile ustalığını, yeterliliğini kanıtlamış durumda... İnanıyorum ki en az 65 yaşına gelinceye kadar Portekiz Milli Takımı hocalığını da kabul etmez.
Beş büyük endüstriyel ligin milli takımları, belki hayal kırıklığı yarattıkları maçlardan sonra yine de gruptan çıkabilirler... Hatta vaat ettikleri hedeflere de ulaşabilirler...
Avrupa futbolu, ya da endüstriyel futbol yine de “milli takım” sorunlarını tartışmalı... UEFA ya da FIFA bu soruna ulusal federasyonlarla birlikte herkesi mutlu edecek bir çözüm bulamazsa, korkarım ki Avrupa Şampiyonası da Dünya Kupası da hem cazibesini hem de marka değerini kaybeder...
Milyar dolarlardan söz ediyoruz, unutmayın!
Keita...
Vay hayta!
Brezilya-Fildişi Sahili maçında Fransız hakem Lannoy’un Kaka’ya gösterdiği kırmızı kart, futbolun teatral aktivitelerle nasıl kirlendiğini göstermek bakımından önemli.
Bizi de olayın bu yanı ilgilendiriyor zaten.
Pozisyonu hatırlayalım...
Fildişi Sahili’nin oyuncusu Abdülkadir Keita, o sırada saha dışında Dunga’ya bakmakta olan Kaka’ya koşuyor hışımla.. Ona anlaşılmayan bir nedenle sertçe dokunuyor. Kaka şaşkın. Refleksle rakibinin göğsüne doğru bir itme hareketi yapıyor... Dikkat edin hareket göğsüne... Keita, yüzünü tutarak büyük bir darbe yemiş gibi kıvranıyor.
Sportmenlikten, etikten, ahlaktan yoksun bir tiyatro gösterisi...
Keita aynı zamanda Galatasaray’ın da futbolcusu. Fenerbahçe, Kasımpaşa ve Trabzonspor maçlarında yaptıklarını hatırlayalım.
Kışkırtıcı, sinsi ve fırsatçı bir portre.
Hayır bu haytalığı asla hoş göremeyiz. Galatasaray yöneticileri, yeni sezon başlarken Keita’yı mutlaka uyarmalı.
MHK da bu tür “artiz”lere karşı uyanık olmalı!
Süper Lig 20 takım olur mu?
Tuğrul Akşar, yine önemli bir kitapla karşımızda Futbolun Ekonomi Politiği...
Giderek endüstriyelleşen, artan gelirleriyle ticari boyutu derinlik kazanan futbolda bölüşüm ve paylaşım sorunları da ister istemez sportif rekabeti etkiliyor. Tuğrul Akşar, bilimsel analizlerle bu sorunlara yanıt arayıp santraya ışık tutuyor.
Kitabın son bölümü, popüler bir soruyu irdeliyor:
Turkcell Süper Lig 20 takım olmalı mı ?
Akşar, 20 takımlı ligin rekabetçi dengeyi demografik bakımdan olumsuz etkileyeceğini söylerken, yine de olumlu yanlarını sıralamaktan geri durmuyor :
Mevsim olarak ülkemiz 20 takımlı lige uygundur. Demografik rekabetin yeniden düzenlenmesine katkı yapabilir. Katılan takımların kentlerine ekonomik katkı sağlayabilir. Yayıncı kuruluşa, reklam, medya, sponsorluk, maç günü gelirleri ve iddaa hasılatıyla yeni parasal katkı sağlayabilir. Sportif rekabetin yükselmesine neden olabilir. Beş büyük endüstriyel ligden Almanya dışındaki dört ülkenin ligleriyle (İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya) eşit sayıda takıma ulaşmamız, bu liglere yaklaşmamız açısından yararlı olabilir.
Elbette bu konu ilgili kesimler tarafından tartışılmalı... 20 takım kararı, en az iki sezon sonra uygulanıp adil ve sağlam bir geçiş sistemi oluşturulmalı.
...Ve bence en önemlisi bu karara siyasetçiler asla katkı sağlamamalı!