Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İspanya, 1999 yılında Dünya Gençler Şampiyonası’nda altın madalya kazanırken, takımın yıldızı Xavi, kalecisi Casillas. Kadroda bugün yedek olan Marchena da var... Ne ilginçtir ki, o turnuva da Afrika’da (Nijerya’da) oynanıyor. O zamanlar Xavi’nin İniesta’sı, yani orta sahadaki ruh ikizi Gabri diye bir çocuktu. Barcelona altyapısından yetişmiş, hatta bir ara Galatasaray’ın transfer gündemine de girmişti. Sonra kayboldu gitti, yazık...
2002’de İspanya Avrupa Gençler Şampiyonu oluyor. Takımın yıldızı İniesta, golcüsü Torres... Kadroda, İniesta’nın final maçındaki golünü armağan ettiği Dani Jarque de var, toprağı bol olsun!.
Bütün bu jenerasyonları yetiştiren antrenör Inaki Saez, 2004’de A Milli Takım’ın başına getiriliyor ama İspanya, Portekiz’deki Avrupa Şampiyonası’nda ilk turda elenince yeniden koordinatör olarak altyapıya dönüyor.
Bir yandan endüstriyel futbolun öncülüğünü üstlenip dünyanın her yerinden yıldızları ve yıldız adaylarını getireceksiniz, bir yandan da o yıldızlarla boy ölçüşüp rekabete girecek genç kuşakları yetiştireceksiniz.
Kolay iş değil... Sabır ve emek ister...
İnaki Saez gibi hocalar ister.
Ya da Aragones gibi, Del Bosque gibi egolarını çoktan aşmış, başarılarını kanıtlamış, otoritelerini sert ve karizmatik buyruklarla değil, babaca şefkate dayamış hocalar gerekir o çok özlenen şampiyonluklar için.
İspanya, Dünya futboluna verdiği ve kattığı değerlerin karşılığını aldı Dünya Kupası’yla.
Basklı’sı, Katalan’ı ya da Castillalı’sı ile derin ayrılıklar yaşadığı, kralcılar ve cumhuriyetçiler diye ikiye bölünüp savaşın acılarını paylaştığı tarih sayfalarına şimdi herkesi mutluluktan coşturan ve uçuran ortak gururu da ekledi.
İspanyollar, milli marşlarına lay lay lomla katılarak dans ediyorlar günlerdir. Ama “La Marcha Royal”in kabul edilmiş sözleri yok... XIII.Alfonso döneminde yazılmış söz, Franco’nun dikta rejimi sırasında değiştirilmiş... 1978’den beri sadece marş var, sözleri yok... Çünkü hâlâ ortak bir şiir üzerinde anlaşamıyorlar.
Oysa futbol dilinde çok iyi anlaşıyorlar, bunu gördük!
Elbette Cruyff’un da mayası var bu başarıda, asla unutulmamalı... Dedik ya, İspanya dünya futbolunu kucaklayan ilk ülke... Dünyanın en iyilerini sahneye çıkarmış, sadece yüreğini değil, aklını da açmış onlara...
Yerli yabancı kavgasına hiç sapmadan hem de!
Bu Dünya Kupası’ndaki Almanya’yı da sevdim ben...
Eskinin “panzer” diye tanımlanan ezici ve mekanik futbolu yerine daha araştırıcı, daha yaratıcı bir oyun oynadıkları için. Genç bir takımla çok büyük işler yapabileceklerini gösterdikleri ve vaat ettikleri için...
Yıllar önce Sosyal Demokrat Yeşiller koalisyonunun yıktığı tutucu ve ırkçı duvarlar, kolaylaştırdığı vatandaşlık yasası, Alman Milli Takımı’nı da etkiledi kuşkusuz. Polonyalı bildiğimiz Klose, Podolski ve Trochowski’nin yanına bizim Mesut Özil, Tunuslu Khedira da katıldı. O günlerde bu açılıma karşı koyan Hristiyan Demokrat Şansölye Merkel, bugün Alman takımının başarısı üzerine soyunma odasına gidip şampanya kadehi kaldırıyor.
Kimbilir, günün birinde Türk orijinli bir şansölyesi olur Almanya’nın belki de... O zaman da biz burada şerefe kadeh kaldırırız. Dünya değişiyor, neden olmasın!

Haberin Devamı
Futboldan hayat dersleri

Aşk asla yenilmiyor
Güney Afrika’dan aldığım en duygusal ders de vefa ve sadakat üzerine Arjantin’in sergilediği gösteriydi.
Dünya Kupası’nın favorileri arasında gösterilen Maradona’nuı Arjantin’i, 4 gollü Almanya hezimetinden sonra boynu bükük Buenos Aires’e dönerken, hiç kimsenin beklemediği bir şey oldu...
Onbinlerce Arjantinli havaalanına koştu, en kötü gününde futbolcuları bağrına bastı...
Devlet Başkanı Christina Fernandez Kirchner, Maradona ve takımı başkanlık sarayına davet etti. Boynu bükükler, nazikçe “Böyle bir onuru hak etmedik” diyerek uzak durdular...
Ama vefa ve sadakat yine devam etti... Maradona görevini (onca hataya rağmen) sürdürecekti...
Arjantin halkı, Juan Eva ve İsabella Peron’u seviyordu... Her defasında sadakat gösterdi sevdiklerine. En kötü günlerinde bile... Tüm hatalarına ve yanlışlarına rağmen... Arjantin gençliği en devrimci Arjantinli “Che”yi de en azından bir isyan kültürünün ikonu olarak göğüslerinde taşıyorlardı.
Maradona’yı da derin bir aşkla sevdiklerini, uzaklardaki yıldız Messi’yi de bir evlat olarak kalplerine kazıdıklarını gösterdiler.
Hayır, aşk asla yenilmiyor, teslim olmuyor, kesinlikle elenmiyordu!.

Haberin Devamı

Lefter Abi’ye saygı
Türk Futbolu’nun ölümsüz “Ordinaryüs”ü Lefter Küçükandonyadis’in Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndaki heykelinin kaidesi hasar görmüş...
Değerli dostum Sedat Küçükay aradı. Lefter Abi’nin kim olduğunu anlatan plaka yok olmuş...
İlgili, ilgisiz herkese duyuruyorum.
Lefter Abi’ye saygımızın gereği o plakayı yenileyip kaideye yerleştirelim.

Haberin Devamı

Ve Spor’dan öncesi
Biz spor yazarları, devletin spor bürokrasisine hep “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” kapısından gireriz...
Malum, işimiz gücümüz spor.
O hengamede “Gençlik” kavramının bu bürokraside nasıl yer aldığını merak etmez, unuturuz.
Geçen hafta sevgili dostum Kaan Ark, toplamı en az 10 kilo gelen bir çanta dolusu kitap koydu önüme...
Hepsi de Gençlik Hizmetleri Daire Başkanlığı’nın yayını...
Neler var, neler.. Kurtuluş Savaşı’nın, Çanakkale’nin gerçeklere dayalı, hurafelere bulanmamış, Mustafa Kemal’in dehasını anlatan çizgi romanları. İngilizce ve Türkçe resimli Nasreddin Hoca fıkraları... Dünya edebiyatından klasik roman özetleri... Eğitim setleri... Öğretmen kızım Nilüfer, siyasetten soyutlanmış eserlerin her birini hayranlıkla övdü.
Bir de “Hepibiz” projesi var ki heyecanlandım... Gençlik merkezleri uygulamasıyla coştum.
Gençlik Hizmetleri Daire Başkanı Adnan Gül’ü (rahat olun, Cumhurbaşkanı ile akrabalığı yok) içtenlikle kutluyorum.
Genel Müdür dostum Yunus Akgül’ü de...
Bravo... Ne cevherler varmış sizde!

Vefalı biri
Herkes Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın, Beşiktaş’ın peşindeydi. O, Vefa’nın ardına düştü.
Herkes “penaltıydı-değildi, top çizgiyi geçti-geçmedi” tartışmalarında kaybolup gitmişken, O, oyunun içindeki insanı aradı.
Herkes doksana takılan topa bakarken, O, eski gazetelerin üzerinde zeytini ekmeğe katık eden gencecik futbolculara çevirdi objektifini...
Futbol âleminin her geçen gün katlanan bütçesi, pompalanan şöhretleri, şaşaası, renkleri hepimizin başını döndürmüşken, O, siyah-beyazın sade çizgisinde kalmakta ısrar etti.
Ve ortaya şahane bir “Vefa” kitabı çıktı. Simon Kuper ve Kıvanç Koçak’ın ders değerindeki önsözleriyle.
Teşekkürler Burcu Göknar. Eline sağlık. Bu kitabın basımında bireysel katkılarıyla Burcu’ya destek sağlayan tüm spor ve fotoğraf dostları... Hepinize merhaba! (Vefa/Fotoğrafevi Yayınları/128 sayfa) (www.fotografevi.com)