Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Jose Mourinho ile Aykut Kocaman’ın yaşadıkları drama tanık olduk hafta sonunda. Real Madrid’in karizmatik hocası, dokuz yıldan beri çalıştırdığı dört takımda biriktirdiği “iç sahada yenilmezlik” rekorunu 150 maça çıkarmış, Bernabeu Stadı’nda Sporting Gijon’u kolayından alt etme planlarıyla yerini almıştı... Real Madrid üç puanı alacak, Mourinho da rekorunu 151. maça taşıyacaktı.
Formül bu kadar basitti...
Tıpkı Aykut Kocaman ve ekibinin 10 maçtır sürdürdüğü galibiyet serisini 11. maça da taşıma niyeti gibi... Evet, Fenerbahçe şampiyonluğa koşuyordu... Koca takım hemen her türlü sorununu kendi içinde çözümleyerek, kenetlenerek, takımdaşlık duygusu ve inanılmaz kazanma ihtirasıyla Bursaspor’u yenecek ve liderliğini sürdürecekti.
Bu kadar basit ve kolay anlaşılır bir durum vardı ortada...
Ama hayır!..
Futbol, hükmünü bir kez daha icra etti... Taraftar gözünde ve gönlünde maçı tek kişilik bir gösteri olarak algılayan zihniyete baş kaldırdı. Maçın, iki taraflı “başabaş” bir meydan okuma olduğunu tekrar hatırlattı bize...
O kadar basit değildi bu işler...
Ronaldo, Benzema, Kaka ve Marcelo’dan yoksun kadrosuyla bocalayan, Kasım ayından beri oynamayan Higuain’in ayaklarından gol bekleyen, Mesut Özil’in yaratıcı pozisyonlarından, Khedira’nın getirdiği toplardan sonuca ulaşmak isteyen Real Madrid bir türlü sonuca gidemiyordu. 79. dakikada Gijonlu Miguel, çok da iddialı olmayan bir vuruş yaptı. Top Casillas’ın koruduğu kale direğine çarptı ve ağlarla buluştu... Sporting, öne geçmişti... Real Madrid şampiyonluk yarışında büyük bir kayıpla karşı karşıyaydı...
Mourinho’nun rekoru da sona eriyordu bu arada...
Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Aykut Kocaman, Alex, Semih ve Niang’la başlamıştı oyuna... Golü hemen bulmak, rakibine peşpeşe gollerle darbeler indirmek ve hedefe bir adım daha yaklaşmak istiyordu... Bursaspor da, şampiyon unvanıyla geldiği stada, teslim olmamak, direnmek ve kazanmak adına her şeyini ortaya koyuyordu...
İvankov, Serdar Aziz, İbrahim, Ergiç, inanılmaz bir hırs ve enerjiyle oynuyorlardı... Tıpkı, Volkan, Lugano, Alex, Gökhan, Semih gibi...
Madrid ve İstanbul’daki maçların son 20 dakikaları, ölümüne gol arayışları ile soluk soluğa yaşandı... Real Madrid de Fenerbahçe de maçı çevirip kazanmak için canla başla, iştah, enerji ve ihtirasla saldırdılar, olmadı.
Bernabeu’daki maç bittiğinde Mourinho’ya dikkat ettim. Porto, Chelsea ve İnter’de ördüğü “yenilmezlik” kozası delinmişti... Bizim yeni yetmelerin deyimiyle karizma çizilmişti. Ama beklenmeyecek bir olgunlukla karşıladı sonucu... Öfkeyle değil, şefkatle girdi sahaya... Perişan olmuş futbolcularının kederini paylaşarak, iki elini uzatıp parmak uçlarıyla onların ellerine dokunarak, emeklerine saygı gösterdiğini anlatarak teşekkür etti...
... Mourinho, benim gönlümün zafer tacını işte böyle giydi.
Aykut Kocaman da liderliği kaybettiği, giden iki puanın belki de her şeyi silip süpüreceği bir maçtan sonra aynı olgunlukla, dürüstçe saygıyla yaptı yorumunu... Bundan sonraki kayıpların telafi edilemeyeceğini, iki puanı 27. haftada kaybetmenin belki de şans olduğunu dile getirdi...
Real Madrid’in, Fenerbahçe ve Bursaspor’un oynadıkları oyuna, gösterdikleri gayrete hayranlık duydum...
Açıkçası, aradıkları golü bulamasalar da kendi adıma futbola doydum...
Real - Gijon maçını yöneten hakem kimdi? Umurumda bile değildi... Tıpkı Kuddusi Müftüoğlu’nun hakem endazecilerine bolca malzeme çıkartan Semih - Serdar Aziz temasındaki verilmeyen penaltı (!) pozisyonu gibi...
Rekorlar, liderlik, puan cetveli filan...
Ben keyif almıştım, futbol kazanmıştı...
Geri kalan... Uydurduğumuz yalan!

Mehmet Akyüz

Futbola başladığı zaman uzun boyuna, fiziğine bakarak onu stoper olarak oynattılar... Yani ilk görevi, stoperler beni bağışlasın, bazılarına göre “kazma”lıktı...
Ama hayır... Mehmet Akyüz, kazma değil, futbolcu olduğunu kanıtladı... Tavşanlı Linyitspor’da geçen hafta 11. golünü attı...
Yepyeni bir santrfor tipiyle karşı karşıyayız...
Mehmet Akyüz’e dikkat edelim. O da dikkatli olsun, şımarmasın, dağılmasın, yaptıklarıyla yetinmesin...
Buyursun Süper Lig’e gelsin!

Şafak Sezer Lig TV’de

Lig TV Pazartesi Gecesi programında Şansal Büyüka, Mustafa Denizli ve Markus Merk’in yanı sıra bir de konuk vardı: Tiyatro sanatçısı Şafak Sezer... Sinemalarda Kolpaçino ile önemli bir başarıya imza atan, Vodafone reklamlarıyla da ekranlardan evlerimize kadar uzanan Şafak Sezer...
Reklamda canlandırdığı tip bana pek sempatik gelmez. Hatta eskidiğini bile düşünebilirim. Ama sanatçıdır, saygı duyarım...
Biliyorsunuz, Digitürk, Lig TV, Turkcell, aynı grubun şirketleri... Turkcell’in en büyük rakibi de Vodafone... Vodafone’un reklam yüzü, “Kırmizi” Şafak Sezer, orada konuk ediliyorsa, ben bu sportmenliğe ve dürüstlüğe şapka çıkarırım! Alkışlar sana Şansal!

Biracı bulundu rakıcı nerede?

Almanya’da tribünden attığı bira bardağı ile maçın tatil edilmesine yol açan taraftar(!) bulunmuş ve polise teslim edilmiş...
Üstelik, polise ve St.Pauli kulübüne yardımcı olan futbolseverler tarafından.
Bizim derbimizde, Galatasaray - Fenerbahçe maçında sahaya atılan ve Volkan’ın kafasına şans eseri isabet etmeyen rakı şişesi ortada kaldı...
Galatasaray 1 maç ceza aldı ama, faili ortada yok...
Hani dünyanın en modern stadıydı Arena?
Nerede görüntüler? Yoksa stat açılır açılmaz arıza mı yaptı kameralar?
Belki de asıl arızalı bizdeki kafalar!

Bizde snooker gelişmez!

Eurosport’ta China Open snooker maçlarını izledim... 19 frame’lik finalde 22 yaşındaki İngiliz Jack Trump, inanılmaz vuruşlarla yeni bir ıstaka dehası olduğunu kanıtlayıp Mark Selby’yi 10-8 yenerek 60 bin Poundluk (150 bin TL) ödülü aldı...
Turnuva boyunca oyuncuların sükuneti, birbirine duyduğu saygı, zor durumlardan çıkış yollarını inanılmaz hesaplamalarla arayışları ders niteliğindeydi.
Sonra kazandıkları paraları öğrendik. Genç Trump, 6 yıllık kariyerinde 240 bin Pound (600 bin TL), Selby ise 8-9 yılda 1 milyon 200 bin Pound (3 milyon TL) kazanmışlar...
Bizim yerli yıldız futbolcular bir yılda kazanıyor o üç milyon lirayı... Biraz ortalama standarttakilerin aldığı para da yılda 600 bin liraya denk gelir.
O yüzden işte bizde snooker gelişmez!