Huyum kurusun... Tanıdığım ya da tanıştığım insanların yüzleriyle huyları arasında mutlak bir bağ olduğuna inanırım. Elbette bilimsel bir iddia değil bu inancım. Tecrübeye dayalı, ampirik bir arayış benimki... Ama bu huyumdan bir türlü vazgeçmedim.
Popüler kültürde de imaj çok önemli... İmaj dediğiniz zaman, akla yüzler geliyor. Hele ki günümüzün medya trendlerine baktığınızda kameraların yakın plan çekimlerle ünlülerin yüzlerine yapışarak koca ekranları portrelerle doldurması, sadece benim değil, hepimizin ilgisini ve merakını kışkırtıyor ister istemez.
Futbolun psikolojisi ile ilgili çok değerli bir kitap da yazan değerli dostum Psikiyatr Kaan Aslanoğlu’na sordum futbolumuzun yüzlerini...
Benim ampirik arayışlarıma bilimsel ölçütlerle ilginç yanıtlar verdi. Kendi adıma en çok hoşuma giden, Lugano ile ilgili “Mağdur Zalim” benzetmesi oldu. Ayaklar tatile girdiğine göre, eğlenceli bir “yüzleşme”ye buyur ola!
EMRE BELÖZOĞLU (Hırçın, kendiyle kavgalı) :
Çok iyi futbolcu olduğuna kuşku yok. Ama hırçınlığı kendi taraftarını bile rahatsız edici boyutta. Oyuncu bir bütündür. Bazı oyunculardan hırslarını çekip çıkardığınızda sıradan futbolculara dönüşeceklerdir. Evet, ama Emre’nin kızgın bakışları, yüz ifadesi, futbolu aşan, dışına taşan, muhtemelen maçlardan sonra da devam eden bir öfkeyi yansıtıyor.
ALEX DE SOUZA (Futbol bilgesi):
Emre’yle oyun tarzları farklı, kişilikleri büsbütün farklı. Sanki bir futbol profesörü, oyun oynamak için değil, futbol nasıl oynanır, sinirlere nasıl hakim olunur, bunları öğretmek için sahaya çıkmış. Yaptığı işten azami zevk almak da sanki başka bir amacı. Ama onun hırssız bir kişilik olduğu sanılmasın. Hiçbir hırssız sporcu başarılı olamaz. Ondaki sadece ölçüsünde!. Kimi zaman ölçü altında gibi de görünüyor, Fener seyircisini bu bazen kızdırıyor, ama öyle değil.
VOLKAN DEMİREL (Mahallesinin kabadayısı) :
Bakışları, jestleri daima birilerine kendi hırsını boşaltma fırsatı arar gibi.
GÖKHAN GÖNÜL (Denetimli hırs):
Yüz ifadesi belli ediyor, oyuna tüm çabasını koyduğunu gösteriyor, ama tehlikeli sınırı pek aşmayan bir hırs bu. Hem kendi seyircisi memnundur ondan, hem de rakip seyircinin sinirini bozmaz. Oyunu çirkinleştirmeyen, ateşleyen bir ruh hali.
LUGANO (Mağdur zalim) :
Hem suçlu hem güçlü bakışlar şampiyonu. Küçük bir takımda oynasa sadece bakışlarından birçok maçta atılırdı.
NURİ ŞAHİN (Sevimli bir hırs) :
Belli ki, duygularını kolay ifade edebilen, cana yakın bir tip. Avrupa kültüründen mi, yoksa içsel karakterinden mi bilinemez, hırsını sevimsizlik boyutuna hiçbir zaman taşımıyor.
MESUT ÖZİL (Gizli bir hırs) :
Gizli bir hırs. Alex’e hem futbolu hem karakteri benziyor kaba hatlarıyla. Ama belki biraz daha hırslı. Onu Real Madrid’e götüren de bu olabilir.
HAMİT ALTINTOP (Ölçüsünde profesyonel) :
Acaba Mesut, Nuri veya Hamit Türkiye liglerinde yetişselerdi, bakışları, jestleri, hırs denetimleri ne kadar, ne yönde etkilenecekti? Alman kültürü almış bir Türk olarak Hamit sporculuğun en iyi örneklerinden.
AYKUT KOCAMAN (Derin bakışlar) :
Aykut Hoca pek gülmez, sevincini de fazla belli etmez. Keza öfkesini de. Reenkarne bir kişilik sanki. Ben geçmişimde ne hayatlar gördüm der gibi. Hayatı reenkarne mi o işin fantezisi de, teknik adamlığı gerçekten reenkarne. Küçük takımlarda çalıştı, aynı Aykut Hoca’ydı, koşullar ve başarı derecesi çok farklıydı. Bakışları, sözleri bunu ima edercesine. Takım Fenerbahçe olunca şampiyon olmak kolay. Ne kadarı teknik direktörden, ne kadarı kulüpten? Kimse bilemez. Başarı denen şey de böyle bir şey aslında.
ŞENOL GÜNEŞ (Hüzünlüisyan) :
Çok şey bilir, söylemek ister, ama içinde tutar bakışlar. Başarının nereden geçtiğini bilen, ama bu yolları söyleyemeyen insanın yüz ifadesi. İmalardan çıkarsınlar diyor sadece. Efendilikle, gizli bir öfke ve hüznün birleşimi bir yüz ifadesi.
Şaka ve kaka
İletişim çağında yaşıyoruz. Teknolojinin gelişmesi derin şoklar yarattı. Ve biz bu şokları teknolojiyi elimize yüzümüze bulaştırarak derinleştiriyoruz. Siyasette sarsıntılar yaratan kaset skandallarının gürültüsü bitmeden şimdi de futbol “şike, şaka, kaka” üçgeninde canımızı sıkıyor.
Efendim, güya Emre Belözoğlu, Ankaragücülü Kağan Söylemezgiller’e mesaj atmış da “Seni buraya (Fener’e aldırıyorum. Sakın zorlama!” demiş. Efendim, sonradan anlaşılmış ki, Menacer Ahmet Bulut’un ortağının bir şakasıymış bu!
Zaten paranoya toplumuyuz. Ortalığı karıştırmak için alın size yeni bir öykü!
Neyse ki TFF, kurumsal ciddiyetiyle araştırıyor olayı... Hem etik değerlendirme yapıyorlar, gerekirse yönetmelik hükümlerini uygulayacaklar, hem de Sarıyer Savcılığı’na suç duyurusunda bulunacaklar.
Kurallar ve hukuk devrede... Yani bu şaka/kaka olayını kimse fırsat bilip durumdan vazife çıkartmasın artık...
Artemis’in dönüşü
Geçen hafta sonu, İstanbul’un 558. Fetih yıldönümü şenliklerle Haliç kıyılarında kutlanırken, Haliç’in sularında da muhteşem bir yarışa tanık olduk.
Extreme Sailing, yani sıra dışı yelken yarışları ilk kez ülkemizde düzenlendi. Teknoloji harikası 11 katamaran tekne, inanılmaz hızları ve taktikleriyle hepimizi büyüledi. Extreme Sailing, tıpkı Formula 1 gibi dünyanın farklı denizlerinde düzenlenen 9 yarıştan oluşuyor. Dörder kişilik ekiplerin içinde olimpiyat ve dünya şampiyonu kurt denizciler vardı.
Haliç’te sık sık yönü ve şiddeti değişen rüzgârda dans eden teknelerin şampiyonu İsviçreli Artemis oldu. Artemis, biliyorsunuz antik çağın Anadolu tanrıçalarından biriydi. Bu anlamda kendi coğrafyasına dönmüş oldu.
Güzelim tekneler, yarışırken kıyıda halinden memnun, teknesini izleyen yaşlı bir İsveçli’ye ilişti gözüm... Kaan Ark dostum, “Bu adam 25 milyar dolarlık bir servetin sahibi... Ve çocuksu bir heyecanla teknesinin peşinde!” dedi.
Günün birinde bizim sermayemiz de global markalarla dünya denizlerinde yelken şişirecek... Buna inanıyorum!