Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Beklenen istifalardı. Şenol Güneş, adıyla özdeşleşen kulübünü, Trabzonspor’u bıraktı. Ertuğrul Sağlam, hem kendi kariyerinde hem de Bursaspor tarihinde zirve yapan bir hoca olarak veda etti.
Üzücü, ama gerçek.
İki teknik adam da asla kuşku duyulmayacak sağlam kişiliklerine, başarılarına ve örnek kariyerlerine rağmen mutsuzdu, huzursuzdu...
İstifa ettiklerine göre gerçeği kabul edelim; ikisi de umutsuzdu!
Çok çalıştılar, gayret gösterdiler. Özveriyle, adanmışlıkla katkıda bulunmaya çözüm üretmek için didindiler.
Ne var ki futbol takımını ve kendilerini aşan sorunlarla boğuldular. Enerjileri, vizyonları vardı ama, yetkilerinin de bir sınırı vardı. O sınırda tıkanıp kaldılar.
Şenol Güneş, bir yandan Trabzonspor’u özlediği şampiyonluğa ulaştırmak için çaba gösterirken, bir yandan da Burak Yılmaz, Selçuk İnan ve Onur Recep Kıvrak örneklerinde olduğu gibi elindeki sporcuların gelişimini üstlendi. Onlara sahip oldukları değerlerin ve yeteneklerin yanında yeni değerler kazandırdı, yeteneklerini geliştirdi. Sabırla, samimiyetle, yüzde yüz iyi niyetle takımı için planlar, projeler geliştirdi. Bu noktada belki bir iletişim sorunundan, sağırlıktan söz edilebilir. Kendisinin de dile getirdiği gibi, futbolcularıyla arasındaki duygusal bağlarda, ya da duyguların paylaşımında bir kırılma noktası olabilir. Yanı sıra 3 Temmuz sürecinin de travmasını yaşadı Şenol Hoca... TFF kurullarının sahaya yansımadığına inandığı, yargının ceza hükmü verdiği şike iddialarıyla kendilerini mağdur hisseden taraftar, yönetim, futbolcular ve kamuoyu arasında adeta ezildi. Bu travmanın izlerini silmek, etkisini sıfırlamak için her şeyi denedi, olmadı. Sonunda kan değişikliğine karar verdi, görevi bıraktı.
Elbete bu ayrılıktan herkesin çıkarması gereken ibret dersleri vardır. Ne yalan söyleyeyim, futbol dünyasında o duyarlılığı çoktan kaybettiğimize inanıyorum.
Ertuğrul Sağlam, “beşinci şampiyon” Bursaspor’da belki fazlasını ya da devamını da gerçekleştirebilirdi. Ne var ki iş ve hedef büyüdükçe, paylaşım da daralmaya başladı. Bursaspor’un gel-gitler ve sürekli değişimlerle sarsılan kadrosu, kazanılmış büyük unvanın tekrarına talip olamadı. Sağlam’ın gidişiyle ilgili farklı dedikodular da geldi kulağıma... Kimileri yeni stadın gelir paylaşımı konusunda kulüple belediyenin bir türlü anlaşamadığını, o nedenle Sağlam’ın da bu çekişmeye dayanamayıp ayrılmaya karar verdiğini söylüyor. Bağlantı kurmak zor. Ama biliyorsunuz Türkiye’de hep inanılmayacak işler oluyor!
İki hocanın gidişi yetmedi... Tolunay Kafkas, Güneş’in istifasından birkaç saat sonra Trabzonspor Başkanı Sadri Şener ile anlaştı, ertesi gün de sözleşme imzaladı.
Tolunay Kafkas, Türkiye Futbol Federasyonu Futbol Geliştirme Direktörü... Türk futbolunun tüm alt yapısından, eğitim programlarından sorumlu hoca... Böyle bir sorumluluk, birkaç saatte nasıl terk edilir? Bu görevler bu kadar çabuk bırakılabilir mi? Merak ediyorum, Tolunay Kafkas Abdullah Avcı ile nasıl vedalaştı? Birbirlerine haklarını helal ettiler mi? TFF ile Kafkas karşılıklı olarak bir ibraname imzaladılar mı? Ersun Yanal’ın görevine son verildi... Eskişehirspor’a gitti. Ümit Milli Takımı Antrenörü Abdullah Ercan, hatırlıyorsunuz, Gaziantepspor’dan teklif alır almaz TFF’den uçtu, bir iki hafta sonra oradan da uçtu. Tolunay Hoca, ilkeli, felsefesi, derinliği, bilgisi, vizyonu, projesi olan bir futbol adamıydı. Ama bakıyoruz o da eski kulübünün yolunu tuttu. Elbette TFF’nin de bu konuda bir tavrı olmalıdır artık. TFF çatısı altında antrenörlük yapmak, bu kadar kolay vazgeçilecek bir iş olmamalı, sağlam kontratlarla sağlam bağlar oluşturulmalıdır.
Giray Bulak, Trabzonspor Sportif Direktörü idi, bir anda Mersin İdmanyurdu’na gitti. Ondan çok önce Ünal Karaman sportif direktördü, Şenol Hoca’nın yardımcılığını severek kabul etti. Ama Kafkas’ın teknik direktörlüğe gelmesiyle bir sadakat örneği göstererek beş arkadaşıyla birlikte görevi bıraktı.
Bu olup bitenler bize neyi anlatıyor ? Söyleyeyim... İlkesizliği, gündelik olayların peşinde savrulduğumuzu, antrenör dediğimiz kesimden futbolda büyük ve tutarlı değişimler için çok şey beklediğimizi, ama onlara yeterince şans, fırsat ve yetki vermediğimizi...
Ve onları yalnız bıraktığımızı!

Haberin Devamı

Açlığın kahramanı: DROGBA

Didier Drogba, 11 Mart 1978’de doğdu. Fildişi Sahilleri’nde yoksul bir ailenin çocuğuydu. Fransa’da alt liglerde ekmeğini kazanmaya çalışan futbolcu dayısı Michel Goba’nın yanına gönderildiğinde 5 yaşındaydı. Yapamadı, ailesini özledi, Abidjan’a döndü. Ama bu defa da baba işsiz, aile aç kaldı... Bir umut yeniden Fransa’ya, dayı evine gitti. Arada futbola da başladı. Günün birinde antrenörü onu sağbek olarak oynatınca dayı itiraz etti: “Futbolda parayı savunmacılar değil, golcüler kazanır. Kalabalık ve yoksul bir ailen var. Onlara bakmak için golcü olmalısın!” Dayısının dediklerini yaptı. Dünya futbolunun gelmiş geçmiş en büyük golcüleri arasına katıldı. Chelsea’nin patronu Rus milyarder Abramoviç’in rüyalarını süsleyen şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, işte bu aç çocuğun attığı penaltı golüyle geldi. Drogba şimdi Galatasaray’da. Eboue, Hamit Altıntop ve Sneijder’le birlikte Terim’in Şampiyonlar Ligi yolculuğunda final görmüş dörtlünün maceralarına hazır olalım... Bakalım Terim nasıl bir on bir oluşturacak, onlara hangi taktikleri verecek? Kendi adıma bu büyük maceraya hazırım, heyecanla bekliyorum.