Schuster’in istifası sürpriz değil, yaşanan hayal kırıklığı sürecinin sonudur. Çoğunluğa göre gecikmiş, Beşiktaş yönetimine göre erken bir karar da olsa ayrılık kaçınılmazdı.
Schuster’in gelişi bir proje miydi, yoksa bir operasyon mu ?
Artık adı o kadar önemli değil. Proje ise iflas etmiştir, operasyon ise duvara toslamıştır.
Olan Beşiktaş’a olmuştur.
En çok da Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’e zararı dokunacaktır Schuster macerasının...
Onu getirirken sinsi ve aceleciydi. Denizli’nin sağlık sorunlarıyla hoca değişikliği bir arada yaşandı ve çabucak bitti.
Demirören, Schuster’le birlikte Quaresma ve Guti’yi de kadroya katarak tribünlerde yankılanan “Yeter” protestolarını sonlandırmayı kafasına koymuştu. Serdal Adalı’nın da enerjik katkılarıyla transfer süreci tırmandı, Simao, Almeida ve Fernandes’le adına “çete” dediğimiz bir grup oluşturuldu. Böylece Başkan, Beşiktaş taraftarının öfkesini umutlu bir heyecana çevirdi. Bu uğurda kişisel ya da kurumsal olarak ne kadar pahalı bir faturayı göze aldığı tartışılabilir ama kendi açısından başarılı oldu. Tribünlerdeki tepkiyi sonlandırdı. Şimdi o fatura Başkan’ın zarar hanesine yazılacaktır.
Schuster’e bakarsak...
Teknik direktör olarak takımını iyi yönetemedi. Hücuma dayalı felsefesini ne kamuoyuna anlatabildi, ne de futbolcularına... İşler aksi gittikçe huysuzluklar sergiledi. Rakiplerinin oynadığı futbolu “60’lı yıllar” benzetmesiyle küçümsedi. Gazetecilerin sorularına alaycı, aşağılayıcı yanıtlar verdi.
Manisa beraberliğinden sonra Avukatı Vicente Montes’in İstanbul’a gelişinde bile samimiyetsiz bir açıklama yaptı: “ Montes aynı zamanda Güiza’nın da avukatı. Benim için değil, onun için geldi!”
Bugün anlıyoruz ki, Montes’in Madrid’de yaptığı açıklama doğrudur. Schuster’in çağrısıyla İstanbul’a gelmiştir.
Her neyse... Beşiktaş son yıllarda alışık olduğu üzere bir kez daha erken ve zamansız yol ayrımına gelmiştir.
Sonrasında sürpriz çıkar mı bilemeyiz ama, Schuster’in kendi istifasıyla tazminat sorununun da yaşanmayacağı anlaşılıyor.
Şimdi sorun, eldeki kadronun yönetimi ve motivasyonudur.
Yönetim, Tayfur Havutçu’ya yardımcılarını da seçme hakkı tanıyarak emaneti teslim etmiştir. Gösterişsiz, ama akıllı ve doğru bir karar.
Havutçu’nun yapması gereken en önemli iş, Schuster’in gidişiyle kendi gelecekleri adına kaygılanabilecek Guti ve Portekizli futbolculara güven vermek, en azından sezon sonuna kadar birlikte saygı duyulacak bir başarı tablosunu ortaya koymaktır.
Bu süreçte Havutçu’nun en iyi yardımcısının Fabian Ernst olacağını düşünüyorum. Schuster tarafından anlamsız biçimde dışlanması, hiç de hak etmediği bir tavırdı. Latin yıldızları ayrılsa da Ernst, Beşiktaş’ta kalıcı örnek bir futbolcudur.
Gelecek yıl için yönetimin elinde harika bir zaman var. Bu zamanı akılla değerlendirip gerçek bir proje hazırlarlarsa...
Beşiktaş bu krizi fırsata dönüştürebilir. Nasıl bir proje gerektiğini 23 Şubat’ta bu köşede yazdım ben. Yine de hatırlatayım:
Mustafa Hoca hazırlanmalı!
Futbolun vicdanı
Perşembe sabahı erken saatlerde CNN’de gördüğüm alt yazı anonslarıyla irkildim. Japonya 8.9’luk depremle korkunç bir felakete uğramıştı.
Sonrasını biliyorsunuz.
Deprem, tsunami ve nükleer enerji santrallarındaki patlamayla felaket büyüdü.
Deprem konusunda deneyimli, tekonolojide dünya lideri bir ülkenin aldığı onca önleme rağmen, 1000’den fazla ölü var. On binden fazla kayıp söz konusu...
Peki üzerinde yaşadığımız şu dünyada pek de yabancısı olmadığımız bir felaket yaşanırken biz ne yaptık ?
Dışişleri Bakanı Davutoğlu hemen bir taziye mesajı gönderdi Japon meslektaşına... Ayrıca 3 ilk yardım uzmanı Tokyo’ya hareket ettiler.
İbrahim Tatlıses’in uğradığı menfur suikast, Schuster’in istifası... Yine de baş döndürücü gündemimizde Japonya depremi ve ardından gelen felaketler ilk sıralarda yer alıyor.
Ama sporda utanç verici bir vicdan sağırlığı yaşadık.
Hiçbir maçtan önce saygı duruşu yapılmadı.
Oysa TFF, Şili depremi için saygı duruşu yapılmasına karar vermişti.
Bu defa niye yapılmadı?
Süper Lig’imizde Japon futbolcu yok diye mi ?
Ayıp!
Sporda “Arapça” dönemi
Uluslararası spor organizasyonlarında uzun bir dönem İspanyolca tahtta oturdu. 1970 (Meksika),1978 (Arjantin),1982 (İspanya),1986 (Kolombiya’nın çekilmesi üzerine Meksika) Dünya Kupası, 1992 Barcelona Olimpiyat Oyunları hep İspanyolca konuşan ülkelerde düzenlendi.
Şimdi yeni trend, enerji devlerinin diline doğru değişiyor.
Rusya, 2018 Dünya Kupası’nın ev sahibi... 2022’de Kupa’yı Katar düzenleyecek.
Rusça da, Arapça da sporun gözde dilleri arasında yer almaya aday...
Özellikle Araplar, olimpiyat oyunlarına da göz dikmiş durumda... Katar ve Dubai, 2020 Olimpiyat Oyunları için İstanbul’la birlikte aday kentler arasında dikkati çekiyor.
Arapların sporun her dalında, özellikle futbolda çok ileri hamleler yaptığına da tanık olacağız önümüzdeki günlerde...
Türk spor adamlarına, futbol antrenörlerimize yeni yolculuklar ve yeni fırsatlar doğuyor. Gelişmeleri önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Şimdiden Arapça öğrenseler, iyi olacak.