Dünya Basketbol Şampiyonası 2010, son yıllarda yokluğunu fazlasıyla hissedip özlediğimiz duyguları yaşattı bize.
-Ulusça “evet -hayır” diye bölündüğümüz, partileriyle, liderleriyle, sivil toplum örgütleriyle, posterleri, pankartları ve panolarıyla, bol bütçeli reklam kampanyalarıyla demokrasinin gereği olduğu halde gürültüsüyle huzursuz olduğumuz anayasa referandumu, hiç değilse maç günlerinde ve maç saatlerinde gündemin gerisine kaydı.
- Milli takımlarımız, en başta basketbol, futbol ve voleybolda inanılmaz heyecanlar ve sevinçler yaşattı bize... Hayatın hepimizi birden kucakladığını gördük. Ekonominin, siyasetin, kulüpçülüğün, inançların, renklerin, cinslerin ve dillerin çatışmasını unutup paylaşacağımız güzelliklerin tadına vardık.
- Lider ve arkadaşları... Orta Asya’dan beri kültürel genlerimizdeki temel belirleyici özelliğin değişmeye başladığını, takım ve ekip kavramının, kurumsal değerlerin, bireysel yeteneklerle yeni bir kimya oluşturduğunu ve bize çok daha fazlasıyla çağdaş bir yaşam biçimi sunduğunu Basketbol Milli Takımımız’ın gerçek “12 Dev Adam” doğruluğuyla anladık.
- Hücum etmek kolaydır. Yaratıcılık ve cesaretle saldırırsınız... Savunma zordur, disiplin ister. Mehmet Baturalp ustamızın da söylediği gibi, Basketbol Milli Takımı, hayatın en temel dinamiklerinden biri olan savunmayı hiç kaçmadan kaytarmadan büyük bir ciddiyetle yerine getirdi. Bu bile bir derstir! Bu aşamada tüm kulüp antrenörlerine de teşekkür borçluyuz. Çünkü savunma, milli takımda öğrenilmez!
- NTV de bu organizasyonun şampiyonu.. Yayıncı kuruluş kisvesiyle kasılmadılar. Tam aksine büyük bir sevgi ve samimiyetle, organizasyona dört elle sarılıp hem canlı maç yayınlarında, hem stüdyo programlarında hem de haberlerde beklediklerimizi fazlasıyla verdiler. Sadece İzmir maçları neden canlı yayınlanmadı, bunu anlayamadım. Unuttuklarım olur korkusuyla isim isim ayırmadan hepsini gönülden kucaklıyorum...
- Haberlerin can sıktığı, dizilerin kabak tadı verdiği bir dönemde sponsorlar ve reklamcı arkadaşlar da büyük bir renk kattı şampiyonaya... Yaratıcılık, espri, zekâ, mesaj... Hepsi de birbirinden güzeldi...
- Her turnuvada bazı hatalar, kraldan çok kralcılıklar, abukluklar olur... Olmasa daha iyiydi ama, yine de enseyi karartmayalım. Bu organizasyon yüzmilyonlarca euro ile birlikte bize büyük bir onur kazandırdı... Yenileri için cesaretle devam edelim.
- ... Ve son olarak... Her spor dalında ev sahibi ülkenin çeyrek finale kalması gerekir. Basketbol Milli Takımı bu gereği yerine getirdi. Eğer Slovenya’yı yenip yarı finale kalırsa, bu bir başarıdır... Finale kalmak büyük başarı... Finali kazanmak ise muhteşem bir başarı. Onlara başarılar diliyorum. Ve Dev Adamlar’a bir özlemimizi hatırlatıyorum:
Sevgili Hido, 1952’den beri olimpiyat oyunlarına katılamıyoruz... Basketi geçtim, takım oyunlarında yokuz! Bu büyük ve güvenilir takımı, Londra 2012 Olimpiyat Oyunları’nda izlemek, sizlerle coşkunun doruklarına tırmanmak istiyoruz... Gelecek yıl Avrupa Şampiyonası’nda ilk dörde girin ve bu onur biletini bize verin!
Pete’den Necati’ye mektup var
Pete Williams, Arizona Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra şansını 1 yıl NBA’de denedi... Sonra Türkiye’ye geldi ve Fenerbahçe, Galatasaray, Tofaş ve Ülker’de unutulmaz bir basketbol kariyeri sergiledi. O bizi bıraktığında hepimizin “Pete Abi”siydi... Geçen gün eski takım arkadaşlarından Necati Güler’e bir mail attı: “Necati, gururlu bir baba olmalısın... Oğlun Sinan Güler ve arkadaşları harika! Dört şehirde de inanılmaz güzel bir ortam vardı... Gönlümde Türkiye - Amerika finali var... Türkiye Türkiye Türkiye!”
Batur Abi, Necati Güler’in müthiş bir top tekniğine sahip olduğunu, oğulları Sinan Güler ile Muratcan’ın ise babalarından daha güçlü bir fizikle harikalar yarattığını söylüyor... Ve ben sevgili Necati Güler’e sesleniyorum: "Oğullarınla biz de övünebiliriz, değil mi?”
Yayladan kalan notlar
Gençlerle birlikte üşümek
Trabzon’a iner inmez sahilden yukarılara tırmanıp ülkemizin “yağmur ormanları” diyebileceğimiz yeşil cennetlerinden geçerek Sultan Murat Yaylası’na çıktık.. Asırlık gürgenlerin, meşelerin dallarına tünemiş 300 metre uzaktaki fareyi avlamak üzere 2,5 metrelik kanat açıklığıyla havalanan kartalları gördük..
Ormanın bittiği yerde o güzelim yaylalar kucakladı bizi..
Aylardır 40 derece sıcakta ve nemde cehennem azabı yaşarken bir anda üşümek, montların üstüne battaniyeye sarınmak inanılmaz bir yaşama sevinci verdi..
Sultan Murat Yaylası’nda 18-24 yaş grubundan 500 gençle tanıştık.
Samsun’dan, Diyarbakır’dan, Ankara’dan, Konya’dan, İstanbul’dan gelmişlerdi.
Gençlik Hizmetleri Daire Başkanı Adnan Gül ve gençlik liderleri, kampa katılanların kendi başvurularıyla, özellikle olanakları kısıtlı gençler arasından seçildiğini anlattı.
Birbirlerini tanıyarak, anlayarak zaman zaman sert tartışmalarla ömür boyu sürecek dostluklar kuruyorlardı. Spor yapıyor, kaya inişinden yamaç tırmanışına enerjilerini boşaltıyorlardı.
Adnan Gül, çok farklı bir yönetici tipi. Bürokrasinin kravatını bırakmış. Bürokratik sistemi zorluyor, işini hayatın içine girerek yapıyor. Hatır gönül ve torpille düzenlenen kamp geleneklerini bitirmiş.
Gençleri hem doğa ile hem de yayla insanıyla tanıştırıyor, bütünleştiriyor.
Gençlik Hizmetleri Daire Başkanlığı, önümüzdeki yıllarda ayrı bir genel müdürlük olacak... Devlet Bakanı Faruk Özak, yeni yapılanmada müsteşar, müsteşar yardımcısı ve yeni genel müdürlükle gençlik ve sporun birbirinden ayrılacağını, her iki alanda hizmetin derinlik ve çeşitlilik kazanacağını söylüyor.
Sultan Murat Yaylası’ndaki gençlerin, hayatın zor koşullarına karşı biraz olsun umut ve enerji kazandığını gördüm... Bu kampların sayısı da süresi de artmalı.
Yüzbaşı Seyfettin ve Mehmetçikleri
Efsaneye göre, Çanakkale kahramanlarından Yüzbaşı Seyfettin ve Karadenizli askerlerden oluşan bölüğü, büyük zaferden sonra gazilik onuruyla terhis olmuş... Yüzbaşı Seyfettin bir rüya görmüş... O günlerde... Doğu cephesinde Ruslar ve Ermeni çeteleriyle savaş var. O savaşa katılmaları gerektiğine karar vermiş.
500 gazi Çanakkale’den yürüyerek yola çıkmışlar... Sultan Murat Yaylası’nda çatışmaya girmişler aylar sonra...
Yüzbaşı Seyfettin ve askerlerinin çoğu şehit olmuş... Şehadetleri 1963’de ortaya çıkan belgelerle kanıtlanmış.
Çoğu üst üste gömülen ölümsüz askerler için şehitlik düzenleniyor Yayla’da...
Bayrak, gazilikle yetinmeyen ölümsüzleri selamlıyor.