Bizim kültürümüzde terlik, önemli bir yer tutar... Evde ayakkabı ile dolaşılmaz. Gelen konuğun önüne, hemen kapı eşiğinde bir çift özel terlik konur. Son zamanlarda bazı hanımların ziyarete gittikleri evin kapısında, bir poşet içinde getirdikleri kendi terliklerini giyerek ayakkabılarını poşete koyduklarını da biliyorum. Hatta bunu maaile yapanlar da var.
Bir de Irak savaşında Amerikan orduları işgal sürecine girerken, komşumuz Arap halkının o güne kadar ses çıkarmadan kuzu gibi biat ettiği Saddam’ın heykellerini terlikle dövdüğünü görüp burkulmuştum. Neyse bu öykü, bizim konumuzun da kültürümüzün de dışında. Sizinle paylaşıp geçelim.
Gelelim, terliğin bu köşeye girişine...
Biliyorsunuz, sezon başında Avusturya’daki hazırlık kampı sırasında Beşiktaş’ın iki kaptanı, İbrahim Üzülmez’le İbrahim Toraman, terlik kavgasıyla birbirlerine girdiler.Üzülmez, Toraman’ın yemeğe terlikle indiğini görünce arkadaşını azarlamış, kıyamet kopmuştu.
Yönetim, ikisini barıştırıp uygun bir para cezası ile olayı kapatmak yerine, hemen her işte olduğu gibi, bunu da krize dönüştürmekte geç kalmadı. Sinan Engin gazaba gelip ikisini ayrı ayrı uçaklarla İstanbul’a postaladı. İkisi de satışa çıkarıldı... Üzülmez’e alay edercesine 500 bin dolar fiyat biçtiler. Değerini düşürüp defolu mal muamelesi yaptılar. Toraman’a biçilen fiyat ise el yakıyordu : 4,5 milyon Euro!
Her neyse... İbolar, İstanbul’da takımdan ve birbirlerinden ayrı antrenmanlarla sezon hazırlıklarını sürdürdüler... Yönetimin onlara sahipliği tartışılırken onlar Beşiktaş’a bağlılıklarını kanıtladılar. İkisinin de kaptanlıkları alındı. Yönetim, Mathias Delgado’yu takımın birinci kaptanı olarak ilân etti. Bir süre sonra olaylar normal mecrasına döndü, öfkeler dindi, 150’şer bin lira ceza kesilen İbolar takımdaki yerlerini alıp işlerini sürdürdüler.
Bugün geriye bakarak hüzünle görüyorum ki bu olaylar sırasında hiçbir inisiyatif almadan duruma Fransız kalan Ertuğrul Sağlam, Beşiktaş’tan ayrılmış, kariyerine Bursa’da devam ediyor. Yönetimin öfkesini gayet güzel (!) kamuoyuna taşıyan Menajer Sinan Engin ise artık bir TV yorumcusu..
İbolar oynamaya, ter akıtmaya devam ediyor. Üstelik, sevinerek söylemeliyim ki form grafikleri de giderek yükselmekte...
Mathias Delgado’nun kaptanlığına gelince...
Türk arkadaşlarının paraları ağır aksak verilirken, Delgado ve yabancılara tıkır tıkır zamanında ödeme yapıldı. Arjantinli’nin takım bütünlüğünü etkileyen bu farklılığa karşı nasıl bir tavır takındığını bilmiyoruz... Kaptanlık, elbette onu onurlandırdı. Sempatik ve sevecen tavırlarıyla biraz da mutlu oldu bu işten. Ama takımdaki devamlılığı o kadar düzgün değildi. Verimliliği de tartışma çizgisini aşamadı. Denizli göreve gelmeden önce, yorumlarında Delgado’yu en az Alex kadar yetenekli bir yıldız olarak görüyordu. Bugün aynı kanaati koruyor mu ? Hiç sanmıyorum.
Bir yabancının takım kaptanı olması hiç derdim değil. Alex gibi sorumluluk alıyor, süreklilik gösteriyor ve takımın başarısında birinci derecede etkin rol üstleniyorsa, saygılar. Ama Delgado’nun kaptanlığı, bir çok nedenle bekleneni veremedi, veremez. Sürekli oynamıyor. Takımın başarısında bırakın başrolü, rol aldığı bile kuşkulu... Öte yandan teknik taktik gelişmeler ve Ernst’in gelişinden sonra Delgado’nun bu takımdaki yeri de bence tartışmalı hale gelmiştir.
Son sözümü söyleyeyim...
Beşiktaşlı yöneticiler... Lütfen bu yanlış süreci sona erdirin. Bir formül bulun, Mathias’ı da küstürmeden kırmadan İbolar’ın kırılmış onurlarını iade edin, kaptanlıklarını geri verin!
Barışa çağrı
Sayın Adnan Polat, sevgili dostum...tefrit arasında gidip gelen toplum, biliyorum senin dengeni de bozdu... Gerildin, acayip bir bildiri yayımladın... Hakem kararlarıyla gazaba gelip ayağa kalktın, Türkiye Futbol Federasyonu’na savaş açıp oturdun.
Bunlara üzülüyorum. Bu ülkede birbirimizle yeterinden fazla kavga edecek konu buluyor, sürekli çatışıyoruz.
O kavgacıların, o nefret grubunun içine senin de katılmanı istemem. Hele, federasyondan bir temsilcinin Ali Sami Yen’e gelmesi halinde protokol tribününde karşılayıp el uzatmak yerine, orayı terk ederek başka bir yere gideceğini söylemen, Galatasaray kültürü ile ne kadar bağdaşır, hiç anlamam!
Biliyorum, bu ülkede kavgada bir taraf olmadın mı otsun! O nedenle hepimizin saygı duyacağı bir futbol ombudsmanı, bir arabulucu, bir barış elçisi yok. Buna layık adamlar var da, kimse onları cesaretlendirmiyor.
Sayın Başkan,
Bülent Korkmaz’la yaptığın hamleye bir yenisini ekle...
Bu savaşı bitir.
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener’e elini uzat, Galatasaray’ın da, başkanının da büyüklüğünü göster.
İnsanlığın ve adamlığın, buna yeter!
Terim’in gözü ligde
Fatih Hoca, tam da İspanya maçlarının arifesinde Servet Çetin ve Mehmet Topal’ın sakatlıklarıyla sarsıldı. Topal, belki ay sonundaki Madrid randevusuna yetişecek... Ama kesin olan şu ki, İspanya’ya karşı her iki maçta da Servet’ten mahrum oynayacağız.
Fatih Terim ve yardımcıları, Süper Lig’deki tüm alternatif oyuncuları yoğun bir dikkatle izliyor. Henüz karar vermiş değiller... Ama şu kadarını söyleyeyim ki, en az dört alternatifleri var.
Bu arada... İbrahim Toraman’a da kapının açık olduğunu öğrendim. Hocanın hiçbir futbolcuya karşı önyargısı yok. Aksine, bir çok oyuncuya ikinci kez şans vermek, onu daha da mutlu ediyor!
Heyecan potada, akıllar popoda!
Basketbolda Beşiktaş Fenerbahçe derbisi, son yıllarda futbolda bulamadığım heyecanı ve coşkuyu bana yaşattı... İki takımın oyuncularına da teşekkür ederim... Beşiktaş’ta sorunlarla boğuşan takıma, Burak Bıyıktay, duyduğum kadarıyla “Çıkın, koşun, dilediğiniz her yerden sayı atın. Cesaretinizi ortaya koyun!” demiş, hatta savunma önlemleri konusunda hiçbir şey söylememiş. Akatlar’da taraftarın önünde bu ince taktiğin tuttuğunu gördük, rakip salonlarda garantisi yok ama, ortamı iyi değerlendirdiler. Amerikalılar kendilerinden bekleneni verdi... Sekiz milyarlık maaşa talim eden Mims,7 sayı attı, Chatman 18, Baxter 25 sayı attı. Ama benim gözdem Cevher’di... 22 sayı ile Milli Takım’a göz kırptığını gördüm. Herhalde Tanjeviç de görmüştür.
Gelelim, asıl konumuza...
Beşiktaş taraftarları bu hafta hem salondaki o maçta, hem de İBB Teknik Direktörü Abdullah Avcı’yı hedef seçtikleri İnönü’de beni utandırdılar. Utanan sadece ben değilim, Beşiktaş forumlarında ve bloglarda da yüzü kızaran taraftarlar var... Küfür kıyamet, aşağılama, hakaret... Hem de en kötü örnekleriyle.
Beşiktaşlı yöneticiler, paraya kıyıp “Küfür etme, ettirme!” yazılı plastik minder yaptırıp dağıtmışlar. Küfür edenler, o tavırlarıyla ne demek istiyor ? Şayet “Sen bunları popoma anlat!” diyorlarsa, benim de çağrım şu olur : “Aklınızı, başınıza alın... Lütfen!”
Final uçuşu
Ernst savunmacı ve planlamacı kimliğiyle oyunu hep Beşiktaş’ın elinde tuttu. Nobre ise en çok koşan, en özverili ve en yardımsever (!) Beşiktaşlıydı
Selçuk Dereli hakemlik kariyeri boyunca ne yazık ki hep tartışmalı kararların sahibi oldu. Avrupa’da yönettiği maçlarda da aynı tartışma yoğunluğunun kahramanıysa vay haline! Dün ceza alanları içinde üç kritik pozisyonu değerlendirirken hep yardımcılarından destek aldı. Bobo ve Nobre’nin, rakip oyuncular tarafından çekilmesine hiçbir karar vermedi. İbrahim Üzülmez’in rakibini çekmesini önce dışarıdan diye hükmedip serbest vuruşla değerlendirdi. Sonra yardımcısına baktı ve karar penaltıya dönüştü. İki yardımcı hakem arasındaki yorum farkı Dereli’yi çelişkiye düşürdü. Biraz düdüğünün sahibi olsa, inisiyatif alsa ve kararlarını kendi verse, belki daha iyi olurdu.
Her neyse... Kupa maçına hakem kulpu takmaya da niyetimiz yok. Bizimki sadece bir tesbit, bir yorum. Bu yorumun yorumu da Dereli’ye ait!
Maça bakarsak.
Beşiktaş, Belediye maçını kazanan kadrosundan sadece tek oyuncu farkıyla maça başladı. Gökhan Zan’ın yerine Zapo!
Oyun anlayışı ve taktik bakımdan tutarsızdı. Evet, yüksek tempolu, baskılı ve hücum ağırlıklı oyuna ısrarla devam ettiler. Geride iki adam bırakıp orta alanda altılı bir çoğunluk ve yoğunlukla sahanın efendisi oldular. Çift santrfor; Bobo ve Nobre bu yoğun baskının altında ezilerek alan daraltan Ankaraspor savunmasının içinde rahat top kullanamadı.
Ankaraspor’un penaltıyı bulup Bilal Kısa ile 1-0 öne geçmesine rağmen Beşiktaş paniğe kapılmadı. Bobo ve Nobre’yi rakip kıskaçına bırakarak dış şutlara başvurdular. Delgado’nun, ardından Holosko’nun uzun menzilli şık vuruşları golleri getirdi. Yusuf’un attığı gol ise kendisinden beklenen ve ayaklarına yakışan bir ustalık örneği oldu.
Tabelaya bakacak olursak, Denizli’nin kulübeden sahaya sürdüğü üç adamdan ikisi gol attı. Demek ki, o kararlarda isabet var. Maçın en iyileri Ernst ve Nobre idi. Ernst savunmacı ve planlamacı kimliğiyle oyunu hep Beşiktaş’ın elinde tuttu. Nobre ise en çok koşan, en özverili ve en yardımsever (!) Beşiktaşlıydı. Delgado ve Holosko’ya yaptığı asistler, alkışlanacak düzeyde idi.
Evet, Özer Hurmacı’nın ayağı kırıldı, geçmiş olsun. Ankaraspor’un üçüncü kaleci ile oynamak zorunda kaldığını da unutmayalım. Ama yine de ortadaki gerçek acı... Aykut Hoca’nın o sihirli takımı kaybolmuş, yazık!