Geçen hafta üç maç izledik... Takımlarımız üç maçı da kaybetti. Ümit Milli Takımı, iddialı olduğu grupta tek yenilgisini İtalya karşısında almıştı. O maçın rövanşını kendi sahamızda oynuyorduk ve galibiyet halinde iddiamız da ümitlerimiz de artacaktı.
Harika başladı maç... Pozisyon üstüne pozisyon. Baskılı oynuyorduk, keyifli ve eğlenceli bir maç izliyorduk. Ama arada akıl almaz goller kaçıyordu.
İlk yarı golsüz bitti... Dikkat ettim, İtalyanlar bizim çocuklar kadar baskılı oynamıyordu. Ama hem savunmada, hem de hücumda daha disiplinli, daha sakin ve daha akıllıydılar. Hiç paniğe kapılmadan, oyun anlayışlarını hiç değiştirmeden devam ettiler. İkinci yarı başladı. Desto ile 1-0 öne geçti İtalyanlar... Sonrası acıklı bir komediydi... Bizim Ümitler dağıldı, çözüldü, adeta eridiler... Maçta rakibin gol atıp öne geçmesiyle ortaya çıkan sorunu çözmeleri, skorda denkliği sağlamaları gerekiyordu. İlk yarıdaki baskıyı sürdürmek bile sorunları çözebilirdi. Hayır, öyle olmadı... Paniklediler...Gerildiler. Yapabilecekleri en basit hareketleri yapamadılar. Top kayıpları çoğaldı...
Sonra Sefa’nın kırmızı kartı geldi, 10 kişi kaldılar. Normal sürenin son dakikasında (90) yine Desto çıktı ortaya... Türkiye : 0 İtalya: 2
Raşit Çetiner, “Bu yaş grubundaki insanların duygularını kontrol etmesi çok zor oluyor. Maalesef hak etmediğimiz bir yenilgi aldık” dedi.
Anadolu Efes, THY Euroleague’de en dişli rakiplerinden Maccabi Tel Aviv’le oynuyordu İstanbul’da...
Yine keyif alıyorduk. Heyecanlı, başa baş bir oyun izliyorduk.
Rahmetli Kenan Onuk’un sık sık söylediği gibi, “Basketbol ilk üç perityodu çöpe atılacak, her şeyin son periyotta belli olduğu bir oyun”du!
Ne olduysa o son periyotta oldu... Maccabi maçı alıp uçtu: 72-79!
Bizimkiler, yine çözülmüş, çökmüş ve dağılmıştı sonunda.
TT Arena’daki travmatik geceyi de hiç anımsamayalım isterseniz... Hırvatistan karşısında rövanşa bir gram ümit taşımadan, zihnimizin ve kalbimizin derinliklerinde kimselere itiraf edemediğimiz “mucize” bekleyişiyle çözüldük, çöktük ve dağıldık.
O maçta ilk yarıyı kartsız atlatan ceza sınırındaki futbolculardan dördünün sarı kart görüp fiilen tatile çıkması da ayrı tartışmalar yarattı.
Hayır, fizik kalite, stratejik kararlar, taktik yaratıcılıklar ya da bireysel performans üzerine ahkam kesmeye hiç niyetim yok...
Ama şu üç maça bakarak (arzu edenler başka maçlar da koyabilirler listeye) işin bir de duygusal derinliğinin olduğunu göremiyoruz. Daha ikinci dakikada yenilen bir gol için biz tribünde “ Neyse bir kaza oldu, vakit var telafi edilebilir”diye düşünürken, sorunun çözümünü beklerken... Bizim oyuncularımız bırakın sorunu çözmeyi, sorunu büyütüyorlar...
Dahası, sorunlara yenilerini eliyorlar.
Tribünle dalaşma, peşpeşe kartlarla sararma gibi.
Her takım, her sporcu maç kaybedebilir. Hedefi ıskalayabilir...
Ama bu çöküş, bu dağılma, bu çözülme ve tükeniş kabul edilebilir bir şey değil!
Bu da bir bilenin görüşü:
“Hiddink de işini yapmadı!”
Dr. Kaan Aslanoğlu
(Psikiyatrist, yazar)
Sporumuz Şımarık Ergen Karakteri Gösteriyor
Bireylerin nasıl kişilik gelişim evreleri varsa toplumların da kişilik evreleri vardır. Sporda bir türlü duygu denetimini beceremeyişimizi bir açıdan da buna bağlamak gerek. Bizim toplumumuz yakın döneme dek çocuksu karakter gösteriyordu kişilik gelişimi yönünden. Son 20-25 yıldır ergenliğe yükseldik. Ama iyi bir eğitim almayan, harçlığı bol, rol modeli olan ana babalardan güzel değil çirkin davranış örnekleri kapan şımarık bir yeni yetmeliğe. Eskiden spordaki tavırlarımız oyuncular olarak, taraftar olarak çocuksuydu. Tabii ki çok başarısız, ama masum. Para yok, tesis, malzeme yok diye yakınırdık. Şimdi hepsi birçok rakibimizinkinden fazla. Biraz başarı da geldi, ama masumiyetimizi kaybettik. Son Hırvatistan maçında yaşananlar toplumca tümden ne kadar psikopatik hale geldiğimizi (terbiyesizleştiğimizi) gösterdi. Biraz başarı geldi evet, ama bunu sürdürebilmek? Sporun her türünde istikrarlı bir başarı için gelişmiş bir kişilik gerekir. Bu en çok oyunun kırılma anlarında ve sonlarında gerekir sporcuya. Taraftara ve topluma. Fakat bizde bu yok. Evet, çevre etmeni çok olumsuz. Arda o topu Atletico’da oynarken dışarı atmaz, atmayacaktır.
Ergen karakteri çok mu olumsuzdur her yönden? Olumlu tarafları da vardır ve iyi bir eğitmen bunları da başarıya dönüştürmesini bilir. Ergen karakter olumlu yönde de çabucak dolduruşa gelir. Hiddink’in bunu bilmesi gerekir. İşi bu, yakınacağına işini yapmalıydı. Onları spor disiplini ve terbiyesi konusunda daha iyi eğitebilirdi. Bu da başarıyı artıracaktı. Böyle bir toplumda çok zor, ama Hiddink’in de işini yapmadığı açık. Fatih Terim mi Hiddink mi? Bunun ortası yok mu?
Hey gidi Ali hey!
Sevgili dostum Ali Kocatepe’ye kızdım ve takıldım günün birinde:
“Oğlum ne biçim sanatçısın? Vergilerini tıkır tıkır ödüyorsun... Her zaman kibar ve naziksin. Kimse ile polemiğe girdiğin yok. Alkollü araç kullanmaktan bile kaçınıyorsun. Hayat steril bir eczane değildir. Senin de bir skandalın olmalı... Kırk yıldır Aysun, ille de Aysun! Bir yasak aşkın bile olmadı. Tek derdin, kızın İlkyaz! Böyle sanatçılık olmaz!”
Aysun tanıktır bu sözlerime... Hatta “Attila abi haklı” demişti, skandal için ona ruhsat (!) vermişti.
Hayır, bildiğimiz sanatçılardan olmadı Ali!. Geçen gün Doğan Kitap’tan çıkan “Hey gidi dünya hey”i okudum... Anılarla piştiği, demlenme döneminin kitabını yazmış Ali.
Ulan pes be oğlum! Aysun’un okuyacağını bile bile yaşadığın aşkları, gönül maceralarını, ilk evliliğini filan hiç kimseyi kırmadan, yine dürüstçe yazmışsın...
Eline sağlık diyeceğim ve seni sevmeye devam edeceğim!
Metin Tekin’in son faulü
26 Ekim’de haberi sevinçle okuduk... Metin Tekin, Genç Milli Takımlar sorumlusu olmuştu...
TFF web sitesinde 7 Kasım’a kadar kaldı bu haber. Sonradan Metin Tekin’in bu teklifi kabul etmediği, yorumculuğa devam edeceği öğrenildi... En az 12 gün süreyle bizler, Metin Tekin’i görevde sanıyorduk, öyle değilmiş.
Metin Tekin’i aradım. Konuşamadım...
Metin Tekin ya oyalandı ya da bizi oyaladı...
Ama hiç de iyi
yapmadı!