Trabzonsporlu Volkan Şen, Rizespor maçında ilk yarının sonlarına doğru tribünde küçük bir taraftar grubunun küfürlü saldırısına uğradı. Volkan’ın el-kol hareketleriyle tepki gösterdiğini gördük. Sonrasında iki eliyle yüzünü kapatarak ağladığına tanık olduk. Takım arkadaşlarının, rakip meslektaşlarının ve hakem Bülent Yıldırım’ın teselli etme çabaları sonuç vermedi.
Volkan Şen, sanırım hakemden izin alarak, hocasına da çıkmak istediğini belirterek onay beklemeden oyunu terk etti.
Samuel Eto’o da Barcelona’nın bir maçında ırkçı aşağılamalara hedef olmuş, oyunu terk etmesi güçlükle engellenmişti.
Saha içinde futbolcuları robotik varlıklar olarak algılayıp, hemen her topla buluşmalarında en gerekli, en doğru, en iyi hareketi, en çabuk biçimde yapmalarını bekleyen, kafalardaki şablona uymayan hallerde de onları kirli, saldırgan bir dille aşağılayan tribün kültürü maalesef yıllar var ki değişmedi. Arada olumlu gelişmeleri gözlesek de küçük grupların çirkinlikleri ve kirli davranışları, sessiz çoğunluklar tarafından dışlanmadığı, kınanmadığı için geleneksel bir tribün raconu olarak görülmeye başlandı.
Kolaycı, popülist kültürden de beslendi o tribün kültürü... Kulüp başkanları, yöneticiler, teknik adamlar, futbolcular (tabii onların rüzgârına kapılan medya) taraftara sadakat mesajları vererek, taraftarı kutsayarak, en güzel golleri onlara armağan ederek, hiçbir eleştiri getirmeden, doğru yanlış ayrımı yapmadan yoluna devam etti.
Trabzon’daki olay, artık o yolun yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Volkan Şen’in isyanı, futbolcunun sadece alınıp satılan bir meta olmadığını, maç biletinin sahadaki hiç kimsenin onurunu satın alacak bir hak yaratmadığını anlatıyor.
Volkan Şen’i anlamak için biraz empati yapmak gerekiyor. Hepimizin annesi, hayatından daha da değerli kabul ettiği sevdikleri var. Hatalı olabilir, yanlış yapabiliriz. Ama hatalarımızın bedelini sevdiklerimize küfrederek ödetme hakkı kimsede yok!
Volkan Şen olayı, takım oyunu olan futbolda futbolcunun insani haklarının da (onuru gibi) ne kadar görünmezden gelindiğini, önemsizleştirildiğini ortaya koyuyor.
Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun bu olaya karşı tepkisi ise çok endişe verici. Başkan, küfürü elbette onaylamadığını, ancak profesyonel futbolcu Volkan’ın yaptığının da yanlış olduğunu belirterek “Artık yollarını ayırmak durumunda olduklarını” söylüyor.
Vay be! Sayın başkanın iki dudağı arasındaki kadere bakın şimdi. Üç gün önce baba olmuş, aile reisi Volkan Şen, şimdi günah keçisi... Ya da “şamaroğlanı” kimliğiyle kapı önüne konacak, öyle mi!
Hayır!.. Öyle değil, öyle olmamalı. Futbolculuk başkanın iki dudağı arasında suskun puskun düz koşu yapılacak bir iş olarak kalmamalı.
Hiç değilse göz yaşlarına saygı duyulmalı!
Enes, Sir Les olabilir mi?
Bursaspor’un Galatasaray maçında sahaya sürülüp beraberlik golünü atan 16 yaşındaki Enes Ünal, hepimizin gözlerini faltaşı gibi açtı. Dünkü gazetelerde baktım, ligin en genç futbolcusu unvanını elde eden Enes için şimdiden “potansiyel şımarma” senaryoları yazılmaya başlanmış. Kötü örnekler, harcanmış hayatlar sıralanmış. Hemen herkes iyi niyetle Enes’e nasihat veriyor. Kitap okumasını, dil öğrenmesini, büyük yıldızların hayatından örnekler almasını öğütlüyor. Kimi dostlar da Enes’i alkışlamak için ellerini cebine sokuyor. Erken davranıp yanılmış olmamak için.
Enes Ünal’a başarılar ve kariyerinde aydınlık yolculuklar diliyorum.
Bu çocuğumuzun çıkışı, bana 88-89’da Beşiktaş forması giyen Leslie Ferdinand’ı anımsattı nedense... Gordon Milne, QPR’daki dostlarından rica etmiş 22 yaşındaki Ferdinand’ı “staj için” kiralık statüsüyle Beşiktaş’a getirmişti. Ferdinand burada profesyonelliği öğrendi, ülkesine döndü Premiership’de altı kulüpte de forma giyip 150 gol sınırını aşan futbolcu oldu. Kraliçe’den ‘Sir’ unvanı aldı. Acaba bu delikanlı için benzer bir anlaşma ile Bursaspor Kulübü, Premiership’te bir stajyerlik, kiralama organizasyonu gerçekleştirebilir mi?
Bence denenmeye değer!