Hücum, hücum, hücum... Yarı finale gelişi şaşkınlıklar yaratan, mucizelerle tanımlanabilen Türkiye, Almanya karşısında en iyi futbol kılığıyla başladı...
En iyi savunmanın rakip sahada oynamak, topu tutmak, zamanlaması iyi yapılmış şutlarla, akıllıca hazırlanmış pozisyonlarla golü aramak, tam da bir yarı final takımına yaraşır güzelliklerdi.
Tuncay, Nihat, Arda gibi hücum jokerlerinin oynamadığı, maç dışında kaldığı bir mücadelede böylesine hücum karakteri sergilemek, ister çılgınlık deyin, ister aşırı cesaret, seçebileceğimiz en akılcı yoldu.
Oyunumuzun lideri Hamit’ti... Kazım ve Uğur da hücumda Löw’ün çözemediği sürpriz oyuncularımız olarak parladılar.
Uğur Boral’ın harika golünden sadece dört dakika sonra Schweinsteiger’in attığı golde, önce Sabri’nin içeri kaçması, Colin Kazım’ın da o kanatta sorumluluk almaması, büyük hataydı.
Yine hatalı bir Rüştü çıkışı ile Lahm’ın ortaladığı topla buluşan Klause, canımızı sıktı. Ama hayırlı bir goldü bu...
Terim’in hemen Mevlüt’ü, ardından Gökdeniz’i oyuna alması, asla razı olmayacağımız o kayıp halini 7 dakikada bitirdi... O ne Sabri’ydi öyle!...
Lahm’a attığı çalım ömür boyunca unutamayacağı bir şeydi. Ve Semih’in golü...
Hep beraber ayaktaydık yine...
Ama ah o Lahm! Ah o coşku dakikalarından çıkamayışımız... Lahm’ı kaçırışımız...
Ve yarı finalde Kupa’ya veda edişimiz...
Elveda Avrupa...
Üzgünüz, gururluyuz...
Turnuvaya kattığımız heyecanı, futbola kazandırdığımız ruhu ve dün geceki her şeye rağmen güzel oyunu size armağan ediyoruz.
...Ve bu takımla gurur duyuyoruz.
İyi ki varsınız çocuklar. Kupa’yı kaybettiniz ama milyarlarca futbolseverin kalbini kazandınız.
Bize yaşattığınız her şey için teşekkürler!