Türk Futbolu’nun en çok gün görmüş, umur görmüş, onur kazanmış kaptanı kesinlikle O’dur...
2000’de UEFA Kupası’nı kaldırmış 2002’de FIFA Dünya Kupası üçüncülüğü kazanan takımın başında podyuma çıkmıştır.
Dahası, tanıdığım ve saygı duyduğum sporcuların ilk sıralarında yer alır...
O’nunla birkaç kez buluştuk... Radyo, te- levizyon, gazete röportajları için... Her defasında yanında eşiyle birlikte geldi. Kendilerini bir tür “yarı tanrı ” olarak gören “benmerkezli ” oyunculardan değildi. Sosyal davranışlarına özen gösteriyor, bir camiayı temsil ettiğine inanarak, daha sorumlu ve örnek davranıyordu.
En çok etkilendiğim davranışı da, Fenerbahçe’de kalp rahatsızlığı geçirerek hastaneye yatan Brezilyalı Washington’u eşiyle birlikte ziyaret etmesi oldu. O sırada Fenerbahçeli futbolculardan henüz takım arkadaşını ziyaret etmemiş olan var mıydı, yok muydu ? Bilmiyorum.
Oyun sırasında bir savunma oyuncusunun olması gerekenden kat kat fazlasıyla saldırgan ve sert bir kimlik sergilemesini yadırgardım... Maç bittiği zaman hepsiyle arkadaştı, dosttu.
Galatasaray’ın hangi vedası dramatik olmamış ki! Bülent Korkmaz da Hagi ve Hakan Şükür’de olduğu gibi, çok buruk ayrıldı kulübünden. Telefonlarını kapattı...
Yanlışlıklar zinciri
Diyalog için fırsat vermedi ve suskun bir duruşla kırgınlığını herkese gösterdi.
Özhan Canaydın’ın önermesiyle Kayseri Erciyesspor’a hem de 2,5 yıllık bir sözleşmeyle gittiğini hatırlayalım. Bu O’nun ilk antrenörlük denemesiydi... Futbolcularıyla beklenenin üzerinde bir sinerji oluşturdu. Kupa’da Galatasaray’ı elediler ama ligde tutunamayıp düştüler.
Korkmaz, bence ilk hatasını orada yaptı... Futbolculuğunda tek forma ile sergilediği devamlılığı, antrenörlüğünde gösteremedi. Sonrasındaki Bursaspor ve Gençlerbirliği deneyimleri de biliyorsunuz, tatsız maceralardı.
Bugün bakıyorum ve şaşıyorum...
Bülent Korkmaz, Skibbe’yi göndermekte geç kalan Galatasaray’ın teknik direktörü...
Adnan Polat ve Adnan Sezgin ikilisi, teknik adam seçimi ve yönetimi konusunda sergiledikleri yanlış, tutarsız ve çelişkilerle dolu uygulamalarına bir yenisini Kaptan’la ekliyorlar.
Medyaya bakarsanız, “Skibbe gitsin de ne olursa olsun!” diyenler, ya da “zaten daha kötüsü olamaz!” diye ahkam kesenler, enini boyunu hesaplamadan Korkmaz’a destek veriyorlar.
Elbette bu krediyi baştan hak ediyor Kaptan. O kredide kendisine duyulan sevgi ve sempatinin de etkisi var.
Ama eğri oturup doğru konuşalım... Korkmaz, hangi usta ve yetkin hoca ile çalışıp kariyerini geliştirmiştir ? Yönetimin ve camianın öfke ve kızgınlık anında apar topar Florya’ya davet edilmesi, hazırlıksız yakalanmasına neden olamaz mı ?
Hemen her bir oyuncunun ayrı bir karakter, ayrı bir sorun, ayrı bir kapris olarak tanımlanabileceği koca takımda dengeleri oluşturmak için emektar kaptan kimliği yeterli midir ?
Lincoln ile Arda’yı, Baros ile Ümit Karan’ı, Nonda ile Yaser’i, Barış ile Sabri’yi nasıl tartacak, onlardan nasıl bir akılla yararlanacaktır ?
Duruşu nasıl olacak?
Ciddiyeti sarsılan, büyük ve parıltılı kadro zenginliğine rağmen yurt içinde farklı, yurt dışında daha farklı karakterler sergileyen Galatasaray’a sezonun yarısı geçilmişken nasıl bir karakter katkısı sağlayacaktır?
Daha önemli sorular da var : Adnan Polat Adnan Sezgin iktidarı, teknik direktör iplerini elde tutma ve hep yönetebilecekleri, oynayabilecekleri adamı arama konusunda böylesine ısrarlı iken, Bülent Korkmaz nasıl dik duracaktır ?
Geçen yıl kovulan, bu yıl Skibbe’nin başına danışman olarak getirilen Karl Heinz Feldkamp’la ilişkileri ne kadar samimi, sıcak, anlayışlı ve verimli olabilir ?
Bu soruları sormadan genç hocaya engin kredi açanlar, ya Galatasaray’ın gerçeklerini bilmiyorlar, ya da Bülent Korkmaz’ı tanımıyorlar.
Bu buluşma bir başarı öyküsüne dönüşebilir mi ?
Öyle olmasını dilerim... Ama yine de duygularımı söylemeliyim :
Bülent Hoca “Korkmaz” da... ben korkuyorum!
Beşle gelen, beşle gider!
Geçen yıl UEFA Kupası’nda B.Leverkusen’den
beş gol yiyince Galatasaray kimi getirdi göreve?
Leverkusen’in hocası Michail Skibbe’yi!
Bu mantığa göre Kocaelispor’dan beş yiyince kimi getirmeleri gerekirdi ?
Erhan Altın’ı.
Neyse... Galiba unuttular.
Yine de meraklıları bu dramdan bir hayat gerçeği çıkarabilir isterlerse :
Beşle gelen, beşle gider!
Futbolda Mert, baskette dert
Beşiktaş Cola Turca’nın basketboldaki dramı sürüyor... Takımın coachluğunu üstlenen Doktor Hakan Demir, sonunda isyan edip görevi bıraktı... Demir, ilkeleri ve basketbol sevgisi uğruna doktorluk kariyerini bir yana bırakmış bir adamdı... Disiplin, takım oyunu, istek ve hırsla çalışma onun en temel özellikleriydi. Teknosa Türkiye Kupası’nda elenmelerinin ardından soyunma odasında oyuncularına esti gürledi. Biri dik dik bakınca “Seni takımdan atıyorum” dedi, araya takım kaptanı Haluk Yıldırım girdi :
“- Yapma hocam. Hepimizin ayrı derdi var... Kirasını, taksitini ödeyemeyen, parasını alamadığı için çocuğuna süt götüremeyen oyuncu arkadaşlarımızı bir de sen üzme!” Demir, oyuncularına hak verdi, bırakıp gitti.
Paralar futbola kanatlandığı için Kartal, potada istediği gibi havalanamıyordu.
Sırf paralarını alamadığı için sezon başında uygun fiyatla gelen Sırp Stajenoviç Ukrayna’ya gitti. Amerikalı Austin ve Faison da aynı nedenle uçtular.
Yine de bir Amerikalı oyuncusu var Beşiktaş’ın. Denis Mims... Üstelik ligin en ucuz oyuncusu o! Ayda sadece 8 bin TL alarak, ev kirası, otomobil ve benzin olanaklarından hiç yararlanmadan evden salona, salondan eve gidip geliyor. Ankara Ormanspor ve İstanbul Yeşilyurt’ta standart oyuncu olarak oynamış. Bir Türk kızına aşık olup evlenmişler. Bir de çocukları var. Beşiktaş’a gelirken, “Seni Türk vatandaşı yaparız” demişler... Ama gelin görün ki Marcio Nobre’yi üç günde Mert Nobre yaparak vatandaşlığa aldıran Beşiktaş yönetimi Denis Mims’i aylardır Deniz yapamıyor. İşlemler bitirilse, bir yabancı kontenjanı kazanacaklar... Ama kimin umrunda!.