Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanvekili Lütfi Arıboğan’a “maaşları, hak ettikleri transfer taksitleri ya da sözleşmeden doğan öteki parasal alacakları ödenmediği için kaç futbolcunun kulübüyle anlaşmazlığa düştüğünü, serbest kalma noktasına geldiğini” sordum...
Konuşmanın başında “70 diye biliyordum” dedi, beş dakika sonra sayının 100’e yükseldiğini söyledi.
18 takımlı Turkcell Super Ligde 100 futbolcunun işsiz kalması demek oluyor bu.
Takım başına ortalama 5’in üzerinde!
Global finansal krizin hamdolsun (!) bize teğet geçip geçmediğini henüz anlayamadık ama, ortaya çıkan gerçek şu ki futbolda kriz devre arasına rağmen formda!
Bir krizden ne beklenirse artık, futbolumuzun çarpık yapısı içinde kendini gösteriyor.
Futbolcular, karşılıklı anlaşmalarla (!) yöneticilerine el uzatıp veda ediyor ve serbest (!) kalıyor.
Serbest kalmak, her ne kadar yönetmeliklere göre dileyen kulüple anlaşma yapabilmek gibi bir hak olarak görünüyorsa da, Türkçesi “ortada kalmak” demek.
Ortada kaldınız mı, eliniz kolunuz ve ayağınız bağlı demektir. Hareket alanınız kısıtlıdır. Tercih diye bir kavramı aklınıza bile getirmeyin...
Tercih, size talip olan kulüpler arasından kendi iradenizle yapacağınız seçimdir.
Burada talip olan olmadığına göre, kendi iradenizle seçim de yapamazsınız.
Serbestsiniz ama, özgür değilsiniz.
Menajeriniz ya da siz, kendinize uygun bir kulüp bulmak zorundasınız...
Bu serbestlik hali uzadıkça kriz form kazanır, bireysel mutluluğunuz, aile huzurunuz, çocuğunuzun yaşama sevinci yavaş yavaş azalır... Sizin formunuz kaybolmaya yüz tutar. Mental olarak da futbolun dışında bir dünya olduğunu, o dünyanın sizin yaşamınızda önceden görmediğiniz hangi gerçeklerle yer aldığını ( ya da o gerçeklerin bir parçası olduğunuzu ) görürsünüz.
Hemen unutmadan söyleyelim ki, futboldaki krizin global finansal durumla çok doğrudan bir ilgisi yok henüz... Digitürk, yayın haklarından doğan yükümlülüklerini aksatmadan yerine getiriyor. İddaa’nın isim hakları ödemesinde de bir aksama yok. Kulüpler en azından toplam 10-11 milyon dolarlık bu iki sabit geliri önlerine koyarak akıllı bir bütçe uygulaması yapabilirlerdi.
Bugünkü kriz, global finansal çöküşten ziyade, o çöküşün tozu toprağı, rüzgârı arasına futbol topunun da karışmış olmasıdır.
Türk futbolunda para ile aklın birbirine uzaklığı, şimdiden 18 haftası henüz oynanmamış ligi bazı kulüpler için bitirmiştir.
Kocaelispor Teknik Direktörü Kaan Dobra örneğin, kendilerini Super Lig kulübü olarak değil, TFF 1. Lig (Bank Asya) takımı olarak görmenin daha sağlıklı olacağını söyleyerek başlamıştır mesaiye...
Kemal Aslan’ın Fenerbahçe’ye yükselen kariyeri, Musa Büyük’le birlikte Kocaelispor’da şimdilik “işsizlik durağına” ulaşmıştır.
Gaziantep’te Mehmet Polat ve Emrah gönderilmiş, Bekir İrtegün de vitrine konulmuştur.
Futbolda kriz, bu yıl ara transferin satıcılarını değil, alıcılarını nazlandıran bir trend olarak da varlığını hissettirmektedir.
Peki bu kriz nasıl bitecek, nasıl sonlanacak ?
Hayatını 453 gram ağırlığındaki bir topa bağlayarak onun üzerinden meslek seçip kendine bir hayat kuran ve adına futbolcu dediğimiz genç insanlar bir çözüm bekliyor, bulamıyor.
Çözümleri hep bireysel olarak aradığından bugünkü sorun karşısında çaresiz...
Çünkü sorun, onun bireysel sorunu değil!
Bence yönetmelikleri, sözleşmeleri, kulüp vecibelerini ve alışılmış uygulamaları bir yana bırakarak acilen bir kriz masası oluşturmalı Başkan Mahmut Özgener...
Artık bütçeden yeni bir kaynak ayırarak krize karşı kullanma yetkisi mi alır, sponsorları çağırarak yeni bir kurtarma planı mı uygular, bilemem!
Yuvarlak kriz masasında futbol ailesinin tüm üyeleri temsilcileriyle yer alıp çözüm üretmeli.
Aksi halde, kendini şimdiden düşmüş kabul eden bir Kocaelispor ya da benzerlerinin oynayacağı 18 maç da şaibeli hale getirilir. Ortada kalan futbolcular, sönen hayatlarıyla futbolun bir rüya ya da masal olmadığını kanıtlayarak yanarlar.
Durum budur Sayın Başkan...
Kriziniz, ellerinizden öper!

Haberin Devamı

Yok öyle, Hıncal abi!
Hıncal Abi, bir süredir, sandıktan çıkardıklarıyla idare ediyor. Hayır, bu durum bir “Abbas yolcu” durumu değil... Evinde dinleniyor. Evden çıkıp gittiği yer, hastane...
Florance Nightingale’de Azmi Hamzaoğlu hocamızın usta ellerinde boyun fıtığından kurtulmanın hazırlıklarını yapıyor.
Bu iş için yola çıkarken, bir anjiyo ile durum tesbiti yapıldı.
Sevgi, öfke, müzik,şiir ve tutku dolu yüreğine giden en önemli kan damarında (aortta) yüzde doksanlık bir daralma... Neyse ki stent takarak haberinin olmadığı büyük riski atlattılar.
Önümüzdeki haftalarda boyun fıtığından ameliyata girecek...
O’nun kariyerine, hayatına biraz yakından bakabilmiş kardeşi olarak, “En sonunda kendine en çok yakışan hastalığı buldu!” diyebilirim. Elbette bunu memnuniyetle söylemiyorum. Ama gerçek budur.
Hıncal Abi, hepimiz adına yarım asırdan fazla boynunu dik tutmanın, dik durmanın, söylenecek sözü yutkunmadan söylemenin sembolüdür.
Tıpkı bir metal yorgunluğu gibi, özgürlüğünün, cesaretinin ve onurunun bedelini “boyun fıtığı” ile ödemek durumu hasıl olmuştur.
Hıncal Abi’yle çok kapıştık... Ağzımızdan peynir ekmek parçalarını havaya savurarak çok dalaştık.
Seul’de olimpiyat stadından çıkmış, sigara içiyorum. Karşı kaldırımdan bana etmediği küfür, yapmadığı hakaret kalmadı... Ölüme davetiye çıkardığım için açtı ağzını yumdu gözünü...
Öylesine kötü bağırıyordu ki, Kore dilinden başka hiçbir dili bilmeyen polis, halime acıdı... Tercümanlık yapan Koreli bir meslektaş aracılığıyla “Bu adam galiba sizi tehdit ediyor, şikayetçi iseniz onu götüreceğim!” dedi.
Sigarayı bırakıp karşı kaldırıma geçtim, Hıncal Abi’ye sarıldım... Koreli meslektaşıma seslendim: “Söyle ona, bu adam benim en değerli dostum!”
Kavgalarımızda küçüğü olduğum için şımarıp hep küstüm ona... O da büyüklüğünü unutmadan hiçbir şey olmamış gibi sevgisini esirgemeden hep hoşgörü ile yaklaştı bana. Ama düşüncelerini, eleştirilerini ve öfkelerini hiç endazeye vurmadan hep içinden geldiği gibi seslendirdi.
O nedenle işte sevmeyenleri için bile Hıncal Uluç bu mesleğin onuru, özgür sesi ve vicdanı olmayı sürdürdü.
Yasemin’in sandıktan seçtikleri güzel de... Hıncal Abi’nin yazmadığı günleri sevmiyorum ben.
Yok öyle Hıncal Abi, yazmalısın...
Bir teybe içinden geldiği gibi konuş, gönder gazeteye...
Hissettiklerini, düşündüklerini söyle!
Boynunu dik tutmaya devam et...
Çünkü sen bizim boynumuzsun!