Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu yazıyı gece yarısı Londra’dan yazıyorum. Sabah erkenden havaalanına gidip İstanbul’a kanat açacağız. Saat farkı yüzünden ancak akşam saatlerinde, bunaltıcı trafiğe katılıp eve ulaşmaya çalışacağız. Sabahtan akşama olimpiyat programları ile yoğun biçimde Britanya takımlarının, sporcularının yarışlarını, taktiklerini, amaçlarını, hedeflerini, başarılarını, ama hep başarılarını tekrar tekrar ekrana getiren BBC, kapanış töreninden sonra nihayet hayata döndü.
Britanya’nın içinden, dünyadan haberler veriyor, o mesafeli ve ciddi yayın anlayışından yeniden örnekler sergiliyor.
Sokakta gece yarısı olmasına rağmen korkunç gürültüyle çalışan makinalar var. Olimpiyat için yollarda açılan özel şeritleri siliyorlar. Normal trafiğe dönüş için geçici olimpiyat işaretlerini kaldırıp eski işaretleri yerleştiriyorlar.
Hayret, törenle söndürülen meş’ale bile soğumadan tarihi güncel hayata dönüştürüyorlar.
Her neyse...
2012 Olimpiyat Oyunları’ndan ev sahibi Britanya her bakımdan güçlenerek çıktı.
13 milyar poundluk geliriyle 8.4 milyarlık giderini fazlasıyla karşılayıp kara geçti. 29 altınla hayal ötesi bir başarı elde edip Amerika ve Çin’in ardından üçüncü sıraya yerleşti. Dahası, İngilizi, Gallisi, K.İrlandalısı, İskoçyalısı ve siyahı beyazı, Asyalı, Afrikalısı, Hristiyanı ve Müslümanıyla tüm Birleşik Krallık vatandaşları, inanılmaz bir heyecan ve gururla birleşip bütünleşti.
Ekonomistler, olimpiyat yükü yüzünden bu yıl sonunda sıfır büyüme beklerken ortaya çıkan mutluluk tablosu umudu da beraberinde getirdi.
HHH
Bizim açımızdan Londra 2012, hayal kırıklığını ve özlenen başarıyı bir arada yaşadığımız unutulmaz bir macera oldu.
Ne kadar üzgünsek, garip biçimde o kadar da mutluyuz.
Üzgünüz, çünkü güvendiğimiz dağlara kar yağdı. Bazı sporcular, beklediklerimizi bize veremediler.
Bazıları da fazlasıyla verdiler.
Tıpkı Londra 1948’deki gibi...
64 yıl önce buraya gelen kafilemizde futbol takımımız da vardı. İkinci maçta Yugoslavya’ya 3-1 yenilip memlekete döndüler.
Ama güreşçilerimiz Earls Court’ta fırtına gibi esti. Yaşar Doğu, Celal Atik, Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Mehmet Oktav, Mersinli Ahmet 6 altınla tarihin parlak sayfalarını yazdılar. 4 gümüş ve atletizmde Ruhi Sarıalp’in getirdiği 1 bronz madalya da gururumuzu süsledi.
Londra 2012’de evet, hayal kırıklıkları yaşadık. Bunları tekrarlamanın anlamı yok.
Ne var ki Londra 2012, bize büyük özlemlerimizin armağanlarını da verdi...
Atletizmde hem de iki Türk kızının altın ve gümüş madalyayı bir arada kazanması gibi. Servet Tazegül ile Nur Tatar’ın tekvandoda getirdiği madalyalar da değerli birer armağandır bize.
Buradan iyimser bir yorumla yola çıkıp “Londra, 2012’de de Türk sporunun sıçrama noktası olabilir!” diyebilir miyiz.
Şahsen kendi adıma ben böyle diyebilirim.
Şunu da unutmadan. Sıçramak iyidir, yükselebiliriz.
Ancak yere indiğimiz her an...
Düşüp kalmadan...
Yeniden sıçrayabilir ve daha yükseğe erişebilirsek...
Her türlü duygusallığın dışında akılla emeği, bilgi ile cesareti, sevgi ile özveriyi birleştirirsek.
Neden olmasın!

Haberin Devamı

Türkiye doping cenneti mi?

Haberin Devamı

İtalyan atlet Alex Schwazer, 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’nda 50 kilometre yürüyüşte altın madalya kazandı.
2012 Londra Olimpiyatları’na hazırlanırken karamsarlığa kapıldı. Antrenmanlarda zorlanıyordu. Yorgunluk ve güçsüzlük hissediyordu.
Kazanması ve kariyerini başarıyla sürdürmesi için doping yapmaya karar verdi.
Kız arkadaşından, ailesinden ve antrenörüyle doktorundan gizlediği bu kararını uygulamak için, nasıl olduysa birileri en iyi yerin Türkiye olduğunu söylemişti ona... Çünkü bizim eczanelerimizde yasağa rağmen reçetesiz ilaç satılıyordu. Temmuz ayında Antalya’ya geldi. 1500 Euro harcayıp eczaneden reçetesiz olarak EPO (eritropoietin) içeren iğneler aldı. Otel odasında beş kez bu ilacı vücuduna zerk etti.
Herkesten sakladığı gerçek, laboratuarda ortaya çıktı. Alex Schwazer İtralyan Olimpiyat Komitesi (CONİ) tarafından olimpiyat kafilesinden çıkarıldı.
Alex pişmanlıklar içinde özür diliyor. Cezasını çekip normal spor yaşamına dönmek için kararlı olduğunu söylüyor.
Bu durumu “Bize ne?” diyerek geçiştirebilir miyiz?
Bence hayır! Alex’in içine düştüğü kötü durumda bizim de payımız var.
Vicdan sahibi kişi ve kurumlar, umarım gerekli araştırmayı ve açıklamayı yaparlar!

Haberin Devamı

Teşekkürler TRT!

Londra’da 55 kişilik TRT ekibinin “dıştan takma” bir parçası da ben oldum. Pekin Olimpiyat Oyunları’na göre daha zor koşullarda daha yoğun çabalarla tüm arkadaşlarım gece - gündüz demeden çalıştılar.
Elbette 75 milyonluk ülkede herkesi mutlu edip takdirini kazanmak mümkün değil. Ama en azından yorgunluklarına, harcadıkları emek ve enerjiye saygı duyulmalı.
Onlarla çok farklı bir heyecanı paylaştım. Hepsinden sevgi, saygı, ilgi ve destek gördüm.
O daracık stüdyoda bile gönül ferahlığı hissettim.
Her birini ayrı ayrı anlatmak isterdim, mümkün değil...
Eski istihbarat şefim Orhan Ayhan, gazetecilikte 55. yılını kutluyor. 23 Ocak’ta radyo (sonradan TV) spikerliğinde 50. yılını kutlayacak.
Londra’da tam 272 boks maç anlattı, çok azını ekranda, tamamını internette izlediniz.
Enver Hasanoğlu, 100 metreden sonra Usain Bolt’a sordu : ”Efsane misin ?” Hayır yanıtını aldı. 200’den sonra bir daha sordu. Bu defa yanıt “Evet”ti! Altın madalyayı kaybetmiş Elena Isınbayeva ile yaptığı o sıcak sohbeti de unutmayalım.
Sadece iki örnek verdim. Her biri ayrı bir değer.
Ersin Küçükbarak, Yaşar Kefeli, Kemal Yüksel...
Cüneyt, Levent, Erdoğan, Ceren, Birol, Taha... Adnan, Murat, Bahattin, Kazım...
Hakan, Deniz, Ömer...
Mustafa, Hüseyin, Irmak, Devrim...
Hepinize teşekkür ederim!