Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kim ne derse desin, 3 Temmuz sürecinin mağdurlarından biri de Trabzonspor’dur.

Hemen açıklamalıyım: Fenerbahçe ve Başkanı Aziz Yıldırım en büyük mağdurlar olarak spor tarihimizde yerini almıştır. Yargıtay kararlarıyla o tarihin son notu düşülecektir.

Ama aradan geçen beş yıla baktığımızda Trabzonspor’un da mağduriyeti söz konusu.

2010-11’de, Fenerbahçe ile birlikte 82 puanla bitirdiler ligi... İkili averajla Fenerbahçe şampiyon oldu. Trabzonspor da ikinci. Önceden konulmuş kural ve yönetmeliklerle adil bir sonuç sağlandı. Ama araya 3 Temmuz süreci girince her türlü başarı tartışmalı hale geldi. Tapeler ve takiplerle savcının önüne giden dosyalar kamunun bir kesiminde Fenerbahçe’yi “şike suçlusu” durumuna düşürdü. Hele UEFA Şampiyonlar Ligi’nde Fenerbahçe’nin dışarıda bırakılıp Trabzonspor’un dev organizasyona davet edilmesi, özellikle Karadeniz’de farklı biçimde algılandı... Hemen herkes - en başta da Trabzonspor yöneticileri - TFF’yi baskı altına alıp “Kupamızı isteriz!” politikasıyla inanılmaz kampanyalar sürdürdü. Trabzon halkı, mağdur olduklarını düşündü... Haklarının gasp edildiğine, şampiyonluklarının çalındığına inanmaya başladılar. Oysa hem adli, hem de sportif yargılama Fenerbahçe’nin şampiyonluğuna dokunmamıştı. UEFA’nın aculluğu ve işgüzarlığı “mağduriyet” politikasını destekleyen en önemli dayanak oldu.

Haberin Devamı

Şampiyonluk Kupası’nı mutlaka Trabzon’a getireceklerini iddia edenler, hiç üstlerine vazife olmadığı halde bakan olarak halka söz verenler, başkanlar, yöneticiler koca kente yaşadıkları sezonu ve geleceği unutturup kin ve öfkeyle geçmişe takılan maraz bir durum yarattılar.

* * *

O dönemde Oğuzhan M., henüz 11 yaşındaydı. Masum bir çocuktu. Olan bitenin hiç de farkında değildi... Önünde güzel bir hayat vardı. Ailesi, okulu, arkadaşları ve oyun oynadığı sokak ona yetiyordu... Ama dayısı dahil onu büyütenler, masum çocuğu öfkeyle şişirdiler. Kin ve nefretle yaşadıkları olayları, kendi yorumlarıyla aktardılar.

Beş yıl sonra Avni Aker’de Volkan Bayarslan’a saldıran Oğuzhan’ın uzaktan görünüşü bence böyle.

Haberin Devamı

Patlak lastikle sürdürdükleri mağduriyet edebiyatı ve yalan rüzgarları, sonunda Oğuzhan’ı da savurdu, koskoca Trabzonspor’u da!

Serbest kalması normal

Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’nin ilk duruşmada Oğuzhan’ı serbest bırakması, ilk bakışta yadırganabilir. Ancak olay milyonların gözü önünde yaşanıp bittiği için, artık delil karartılması söz konusu değil... Yurt dışına kaçma gibi olasılıklar da 17 yaşındaki Oğuzhan için o kadar büyük değil. Onun içten pişmanlık duyması yeterli. (Bu olaylarda bu kadar dolduruşla Oğuzhan’ın da kurban olduğunu düşünenler pek haksız sayılmaz.)

Olaya biraz daha sorumlu ve gerçekçi yaklaşırsak... Tel örgüleri aşağı indiren, direkleri yıkan tribün ahalisinin eylemleri güvenlik güçleri tarafından maalesef “hassasiyetle” değerlendirilmemiştir. Bazı taraftarların stada gelişinden, tribündeki davranışlarından ve daha başlangıçtaki eylemlerinden uyanmak gerekirdi. Taşkınlık yapanları gruptan ayırıp İngiltere’de olduğu gibi statta kurulan geçici karakolda göz altına almak belki de hakeme saldırıyı da engellerdi. Kriminal uzmanları, suça eğilimli kişilerin, ait oldukları gruptan ayrılmalarıyla yalnızlaştıklarını ve cesaretlerinin kırıldığını söylüyor.

Haberin Devamı

Popüler kahramanlar

Salih Dursun’u hakeme kırmızı kart gösterdiği için kahramanlaştıran popüler kültür, spor ve etik adına onca değeri yerle bir ederken, Oğuzhan M.’yi de belki hayatında ilk kez alkışlandığı bir olayla ödüllendiriyor. Daha da ötesi, ellerinde kırmızı kart, Trabzonspor formaları giyip, atkı takarak poz veren siyasetçilerimiz de galiba bu popüler kültürden besleniyor. Medyanın, spor yöneticilerinin ya da devlet otoritelerinin bu olaylara sağlıklı bir çözüm öneremedikleri, engel olamadığı anlaşılıyor. Şimdi söz üniversitelerin olmalı. Sosyologların bize söyleyeceği bilimsel öneriler çözüm getirebilir.

Affet bizi Çağla!

Çağla Büyükakçay’ı öteden beri saygı ve ilgiyle izlerim. Kendini tenise adamış sessiz bir kahramandır o. Ülkemizi sadece teniste değil, uluslararası spor kongrelerinde de başarıyla temsil etmiştir. İstanbul’un olimpiyat adaylığında Değerlendirme Kurulu ziyaretlerinde ikna edici, içten ve akıllı söylemleriyle çok olumlu puanlar almıştır.

Çağla kızımız, WTA’nın düzenlediği TEB BNP Paribas İstanbul Cup’ta finale kadar yükseldi ve böylesine önemli bir organizasyonda şampiyonluğa ulaşan ilk Türk sporcusu oldu.

Onu coşkuyla yüceltmek, hakkını teslim etmek ve dinlemek isterdim. Ama bakın gündemimizde nelerle uğraşıyoruz... Affet bizi Çağla!