Dördü de alabildiğine iddialı... En cömert bütçelerle en çılgın transferleri yaptılar... En keskin, en kariyerli hocalarla hazırlandılar. Transfere büyük stratejik hesaplar ve hedeflerle baktılar.
Kaybetmeye asla tahamülleri yok. Kesinlikle kazanacaklarına inanıyorlar. Başkanlar, “nihai zafer” için şimdiden genel kurul önünde söz veriyorlar... Kendilerini bağlıyorlar. Taraftarlarını koşullandırıyorlar. Federasyonu ve kurumları baskı altına alıp görünmez öncelikler elde etmeye çalışıyorlar.
Ligin başlamasına sayılı günler kala Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan Süper Kupa finali, bize gelecekle ilgili karanlık mesajlar veriyor.
Daha maç başlamadan birbirlerinin yolunu kesen, kavga eden, fırsatı bulunca kitle halinde üç beş delikanlıyı kıstırıp ıslatan(!), otoyolda otobüs durdurarak rakip taraftar yoklaması, örgütsel döküman ( pankart, bez afiş vs.) malzeme (tişört, kazak,atkı vs.) araması yapanlar, kulüplerine ne kadar bağlı(!), başkanlarına nasıl sadık(!) olduklarını kanıtlama yarışında!
Süper Kupa finali, ülkenin spor tarihini birlikte yazmış iki güzide takımın paylaştıkları bir onur değil sanki, sadece savaş provası olarak görülüyor.
Futbol emekçileri sahada terlerken, onlar başarıyı garantilemek adına savaşın kurallarını değiştirmeye, hakemleri etkilemeye, federasyon önünde iktidarlarını kanıtlamaya çalışıyorlar.
Hiç de hoşgörülü değiller. Hiç de sportmen değiller, kusura bakmasınlar.
Bu keskin tavırlar, bu dönülmez iddialar, bu rakibi yok sayan sadece kendi varlığıyla büyüklük pazarlayanlar, bize iyi bir lig vaat etmiyorlar, maalesef!
Ben korkuyorum... İnsanların daha ne kadar kavga edeceğini, bir futbol maçından keyif almak ya da hüzünlenmek yerine ne kadar öfkeyle ayrılacaklarını bilemediğim için ürküyorum.
Her dileklerini, her dediklerini, her isteklerini federasyona dikte ederek, yayıncı kuruluşlara piyasa ve pazar gerçeklerinin çok üstünde anormal faturalar çıkararak, gözdağı vererek dizginlerinden boşalan “mahşerin dört atlısı” bize hiç de iyi şeyler vaat etmiyor.
Adam gibi bir Kupa törenine bile ortak olamıyorlar artık.
Tıpkı Yuhanna’nın İncili’nde anlattığı öyküdeki gibi... Bize savaşı (ve zaferi!!!), çatışmayı, kıtlık, açlık ve yoksulluğu ( futbolda kalitesizliği, başarısızlığı ) ve ölümü, vakitsiz ölümleri vaat ediyorlar. Bu kadar hoşgörüsüz, nefret dolu bir anlayıştan güzel şeyler de bekleyemiyorum doğrusu.
Kusura bakmayın, bu ligden korkuyorum!
Serkan ve başkan
Ankaragücü, 100. yılını kutlamaya hazırlanırken sezon açılışında büyük bir ayıp sahneledi taraftarları.
Sözleşmesi yıl sonunda bitecek olan ve Ankaraspor’la anlaştığı söylenen kaleci Serkan Kırıntılı’yı sürekli küfürlerle sözüm ona protesto ettiler. Uyarıları, Hikmet Karaman’ın yatıştırıcı konuşmalarını hiç dinlemediler.
Ulusal takım kalecisi Serkan, antrenmana çıkmadı. Futbolcu arkadaşları da onun peşinden soyunma odasına gitti. Yüzüncü yılın kutlanacağı sezon, bence başlarken bitti.
Bu olayın en hüzün veren ve beni düşündüren yanı, Başkan Cengiz Topel Yıldırım’ın o taraftar grubuna amigoluk yaparak üçlü çektirmesi!
Artık ne diyeyim, bilemiyorum.
Utanıyorum.
Pota’nın 13. harikası
Ümit Avcı’nın dünkü Milliyet’te keyifle anlattığı Enes Kanter’in öyküsü beni adeta büyüledi. Güne iyi bir başlangıç yaptığıma inandım. Okudukça etkilendim. Daha da meraklandım. Dostlarla konuştum, yeni şeyler öğrendikçe heyecanlandım.
Enes Kanter, bizim gönlümüze “12 dev adam” olarak yerleşen Basketbol Milli Takımımız’ın geleceğine koşan 13. harika! Öyle bir harika ki, onu örselemeden, değerini düşürmeden, dünya basketboluna armağan etmek, iddia ediyorum, Türkiye’nin en büyük sportif hamlesi olur.
Bakın şu istatistiklere...
Hido’nun Orlando’daki takım arkadaşı Dwight Hovard, NBA’nin ribaund kralı. Ortalama her 2,5 dakikada 1 ribaund alıyor.
Bizim ligimizin ribaund kralı Karşıyakalı Leon Williams, 2,9 dakikada 1 ribaund kazanıyor. Euroleague’de defalarca ribaund krallığı kazanan Fenerbahçeli Mirsad Türkcan’ın ortalaması da 3,1 dakikada 1 ribaund.
Şimdi sıkı durun... Oynadığı dakika ve kazandığı ribaundları hesapladığınızda, ( Avrupa Gençler Şampiyonası istatistikleri ) 256 dakika/ 148 ribaundu var Enes’in. 1,7 dakikada 1 ribaund...
Çabukluğu, çevikliği düşünebiliyor musunuz ?
Aleaddin Yakan’ın keşfettiği Enes, Ülker’de Taner Günay’ın, Fenerbahçe’de de Metin Ağırbaşoğlu ve Serdar Apaydın’ın öğrettikleriyle bugünlere gelmiş.
En başta kulüpleri, tüm hocalarına teşekkürler.
Şimdi onunla ilgili ortak kaygı şu : Enes çocuk yorgun... Yaşına göre çok maç oynamış... Sürekli sıçrayıp top almaktan diz kıkır-
daklarının aşınma tehlikesi var.
Aman dikkat... Bu çocuğa nazar değmesin.
Onu harcayıp tüketmeyelim.
(Enes’in babası Prof. Mehmet Kanter de ayrı bir başarı öyküsü... Neyse, günün birinde onu da yazan ya da gösteren bir gazeteci / te- levizyoncu çıkar, ümit ederim.)