Sessiz. Alçak gönüllü, sakin... Çok konuşmayı değil, çok düşünmeyi seviyor...
Söyleyen değil, dinleyen bir yapısı var...
Tıpkı sporculuk döneminde olduğu gibi... Çok iyi hazırlanıyor...
Yarışlara da, kararlara da!
Popülist tavırlardan, demagojiden, polemiklerden, tartışmalardan uzak duruyor.
Siyasetçilerimizin de çoğu spor yöneticimizin de bir türlü gösteremediği büyük bir becerisi var:
Egolarını yenmiş, ihtiraslarını tüketmiş, ama ideallerinden asla vazgeçmemiş bir sabır maratoncusu o!
Cuma’ya kaç takımız?
Avrupa Kupaları’nda Temmuz Ağustos’un netameli eleme maçları, hepimizi tedirgin etti.
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, bir oturmamışlık, eğretilik ve hamlıkla, ilk maçlarda abuk beraberlikler aldılar. Yenilmediklerine sevindik ama, bazı beraberliklerin yenilgiden beter olduğunu da biliyoruz.
İnşallah korktuğumuza uğramayız bu rövanş haftasında.
Benim gönlümde yatan beş aslan var...
Cuma günü UEFA’nın kur’a çekimlerinde Bursaspor ve Trabzon’la birlikte Üç Büyükler’i de rakiplerini elemiş, yeni rakiplerini beklerken görmek istiyorum o salonda!
Bakalım Cuma’ya kaç kişiyiz orada?
Havaalanı çilesi
Tatile çıktım... Bodrum’da değil, kızım Ayla’yı görmek için Gaziantep’teyim.
Buraya nasıl geldiğimi anlatayım size.....
Pazartesi günü Sabiha Gökçen’den uçağın kalkış saati 20.00 idi... Öğleden sonra cep telefonuma bir mesaj geldi... Teknik nedenlerle 40 dakikalık gecikme... Ne güzel, havaalanına gitmeden durumu öğrenmiş ve zamanı değerlendirme fırsatı yakalamıştık.
Sabiha Gökçen’e uygun zamanda gittik... Çabucak check in işlemlerimizi yaptırdık, güvenlik kontrolundan geçtik ve sıkıcı bir bekleyişten sonra...
Ancak kalkış satinde (20.40) uçağa alındık...
Sonrası tam bir işkence oldu...
Güya valizlerini vermiş, ama ortada görünmeyen dokuz yolcuyu bekliyorduk...
Yedisi geldi, ikisi ortada yoktu...
O iki yolcunun valizleri uçağın kargosundan ayrıldı ve bizim güvenliğimiz için yapılan bu işler sadece 2 saat(!) sürdü...
Pilot ve hosteslerle yaptığımız anlamsız tartışmaları da buraya yazmıyorum. Hepimizin tepesi atmıştı...
Ama beni asıl üzen, bir genç kızın o iki saatlik bekleyiş sırasında su istediği hostesten aldığı yanıt oldu :
“-Önce suyun ücretini rica edeyim!”
Yolcunun vakti değil, ikramın nakti önemliydi demek.
Yazık!
Antrenörlerin savaşı
Her spor dalında , her şampiyona antrenörlerin savaşıdır bir bakıma.
Dünya Kupası’nda da, Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda da!.
Turkcell Süper Lig ile NBA de bu anlamda benzer bir savaş alanıdır.
Barcelona’da kadınlar 5000 metre finali, Alemitu Bekele ile Elvan Abeylegesse’nin değil, antrenörlerin kapışmasıydı. Ertan Hatipoğlu, Bekele ile sporcusuna altın kazandırdı. Böylece eski sporcusu Elvan’ın Hırvat antrenörü Nikola Boriç’e karşı bir üstünlük sağladığına inandı.
Olabilir, orada kalırsa, bu durumu anlayışla karşılarım.
Ama sonrası hoş olmadı... Hatipoğlu’nun demeçleri, iddiaları, varsayımları tadımızı kaçırdı. İki sporcunun arkadaşlığı tartışılır oldu.
Ertan Hatipoğlu’na yakıştıramadım.
Elvan’a da bir iki satır söyleyeceğim var elbet...
Kafasına göre hareket etmek gibi bir huyu var.
Pekin’de tanık olduğum soğukluklarını Barcelona’da da sergiledi.
Altın ve gümüş madalyalı kızlarımızı bir arada coşku içinde bayraklı kutlama tablosunun içinde göremedik.
Amerikalı, Rus, Fransız, İngiliz... Olimpiyat, dünya şampiyonası, Avrupa şampiyonası... Erkek kadın tüm atletlerin oluşturduğu o zafer gösterisini bizden esirgedi Elvan...
Olmadı!.