Frankfurt,18 Ekim 2008... Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye onur konuğu ülke olarak seçilmiş. O nedenle hemen tüm etkinliklerde Türkiye’nin önceliği var.
Alman Futbol Federasyonu (DFB) da Türk Alman futbol ilişkileri üzerine bir panel düzenlemiş. Panelle ilgili tüm giderleri üstlenmiş. Ne var ki Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), panele arzulandığı biçimde katılmıyor. Son anda vizesi olan ve yabancı dil bilen Ahmet Güvener katılıyor toplantıya.
Konuşmacı, DFB Genel Sekreteri Wolfgang Niersbach... Alman toplumunun kültürel şifrelerini açıklayarak bir giriş yapıyor:
“- Bizler Amerika gibi dışa dönük bir toplum değiliz. Yabancıları kucaklayan, onlarla bütünleşen bir yapımız yok. Bu anlamda içe dönük, içbükey bir toplum olduğumuzu söyleyebilirim. Bu durum elbette sorunlar yaratıyor. Örneğin Almanya’da en az üç milyon ‘misafir Türk’ bulunuyor. Bu insanlar 60’lı yıllarda bu ülkeye geldiler. Başlangıçta onlar da kendi içlerine dönüktü. Ama bugün üçüncü kuşak Türkler de, Alman toplumunun içinde yaşıyor. Alman toplumu ile birleşme bütünleşme çabaları uzun süre yeterli olmadı. Bugün geldiğimiz noktada içimizdeki yabancılarla birleşip bütünleşmemiz artık kaçınılmaz hale geldi. Bu herkes için yararlı olacak bir sonuçtur. Şimdi bu birleşme ve bütünleşme için bizim örnek alınacak insanlara, idollere, kahramanlara ihtiyacımız var. Onları ne kadar öne çıkarırsak, bu sosyal sorunu o kadar kısa sürede çözebileceğimizi ümit ediyorum. Futbol bu anlamda çok büyük fırsatlar sunabilir. Mesut Özil, böyle bir fırsattır.”
O güne kadar Mesut Özil, Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim’in gurbetteki en önemli hedefi... Avrupa Futbol Şampiyonası sonrasında O’nu mutlaka kadroya katmak için gereken çabayı gösteriyor Terim... Ama yeterli karşılığı görmüyor, göremiyor. Mesut, beklendiği gibi istekli değil. Öte yandan, yıllar önce babasının Ümit Takımı Antrenörü Tolunay Kafkas’a yazdığı “ Artık bizi rahatsız etmeyin” içerikli mektubu da sümen altında duruyor.
Eski hükmü kalmıyor
Bugün Mesut Özil, nihayet zor kararını vermiş durumda. Alman Milli Takımı Teknik Direktörü Joachim Löw, onu Norveç’le yapılacak hazırlık maçına davet ediyor. Özil, bundan böyle Almanya için oynayacak.
Kaba saba milliyetçilik, ırk- köken anlayışı ile bu durumu hazmetmek elbette kolay değil. Ama şunu yapabiliriz... Marco (Mehmet) Aurelio, bizim ulusal takımımızda oynarken, bundan keyif alıyoruz. Taa uzaklarda Brezilya’da doğmuş bir futbolcunun Türk Milli Takımı’nda oynama arzusunu büyük bir sevgiyle paylaşıp alkışlıyoruz.
Mesut ve Almanlar da aynı duyguyu yaşayıp paylaşamaz mı ? Üstelik orada vatandaşlığa geçiş için ille de Almanca bir ad almak zorunluluğu da yok.
Almanya’da her yıl üç beş bin Türk çocuğu futbola başlıyor. Bunların içinden eğitim ve eleme süreçlerini başarıyla geçip üst düzey, uluslararası rekabet ortamına yükselenler, elbette herkesi heyecanlandırıyor. Almanlar, kendi sistemleri, kendi organizasyonları içinde yetişip gelişen o çocuğa Milli Takım’da da oynama fırsatı sunuyor. Biz de uzaktan asılıp, “Hoop olmaz, sen Türksün!” diye racon kesiyoruz. Bu raconun eski hükmü kalmıyor.
Yaşadığı toprakların ulusal takımını seçtiği için kimsenin kimseye hain damgasını vurmaya hakkı yok. Böyle düşünenler, Aurelio’yu da alkışlamasınlar. Kaldı ki, bin yıldır alt yapı masallarıyla kendimizi avuttuğumuz futbol alemimizde Arda Turan gibi bir yıldız adayını bulunca sevinçten havalara uçuyoruz. Ama onun gibi niceleri bu topraklarda daha yeşermeden kuruyup çürüyüp savruluyor. O yüzden, Turkcell Super Lig’imizin de Bank Asya TFF 1. Ligi’nin de en büyük oyuncu kaynağı yine Almanya.
Niersbach’ın verdiği mesajlara dönersek...
Cem Özdemir de, Alman toplumunda yetişmiş, o toplumun standartlarına göre elemelerden geçip politikada liderlik düzeyine yükselmiş bir Türk’tür. Bundan nasıl gurur duyuyorsak, Mesut Özil’den de gururlanabiliriz. Üçüncü kuşak Türkler’in, Almanya’daki Türk profilini inşaat işçisinden mühendise, bakkaldan işadamına, kasaptan politikacıya ve otomotiv işçisinden futbolcuya değiştirmesi hem bu ülke için hem de Almanya için iyidir, yararlıdır.
Kimbilir, içlerinde belki de bir “ Obama “ saklıdır!..
Akıl, para, Beşiktaş!
En başta Süleyman Seba’yı kutlayarak dün hayata geçen Fulya projesinin Beşiktaş’a hayırlı olmasını dilerim.
Sembolik de olsa Beşiktaş’ın büyüklüğünü göz önüne getirebilen bir eserdir. Süleyman ağabeyle birlikte nicelerinin emeği, özverisi vardır. Dünden bugüne o proje için ter akıtan, katkı sağlayan herkese teşekkür borçluyuz.
Fulya’da bölüşüm ve işletme sorunları olabilir. Bunlar da zaman içinde düzeltilmelidir. Ayrıntıya girmiyorum ama, hiç kimse, hiçbir kurum Beşiktaş’ı sömürmemelidir.
Asıl sorunumuza dönersek...
Akıl, para ve Beşiktaş, son yıllarda birbirlerinden hızla uzaklaştılar...
Borçlarla birlikte sorunlar da büyüdü. Hemen her hamleden sonra geri adımlar atıldı. Başarı hayal oldu. Kulübü yönetme olanakları giderek daraldı.
Yediden yetmişe Beşiktaşlıların tümünü kaygılandıran durum, sonunda akil adamların yuvarlak masa toplantısına neden oldu.
Bu ülkenin vergi ve istihdam rekorlarına imza atmış, krizlerde tek işçisinin bile burnunu kanatmamak için dik durmuş Beşiktaşlı işadamları, taraftarı ya da üyesi oldukları kulüpleriyle aralarındaki mesafeyi kısalttılar.
Rahmi Koç, Tuncay Özilhan, Nevzat Demir, ajandalarına “Beşiktaş”ı dahil ettiler. Tartışma, çözüm ve karar süreçlerine müdahil olma kararı aldılar.
Birileri rahatsız oldu. Hatta bunun “gaz savaşları” gibi algılanmasına neden olacak hamleler yapıldı.
Toplantı ertelendi.
Oysa çok geç kalmışlardı. Beşiktaş’ın içinde bulunduğu koşullar ertelemeyi değil, “öncelemeyi” dayatıyordu. Yapısal sorunların giderilmesi, Beşiktaş’ın rahat bir nefes alması, zirve rekabetinin içinde gelenekleri, aklı ve parasıyla yeniden kendini göstermesi için asla zaman kaybedilmemeli.
Akıl, para ve Beşiktaş’ı yeniden birbirine yaklaştıracak hamleler yapılmalı.
Kimse küsmemeli. Bu dertli durum daha fazla sürmemeli!