Türkiye Futbol Federasyonu, 80’lerin sonunda “özerk” statü kazandı. Yap boz tahtasına dönen yasa değişiklikleriyle,UEFA’nın da baskısıyla nihayet siyasetle fiziksel ilişkisi kesildi. Peki bu bu özerklik yeterli mi ? Hayır... Yüzde 85’i kulüp temsilcilerinden oluşan, kaderini mesleği futbol olmayan yöneticilerin iki dudak arasına ya da kalkıp inen ellerine bağlayan yönetim anlayışı doğuştan sakattı. Sakatlık asla tedavi edilmedi. Antrenöre, futbolcuya, hakeme sembolik temsil hakkı tanındı. Alınan kararların en az yüzde doksanı kulüplerin gündelik kaygılarıyla hayata geçirildi. Futbolun geleceğine dönük bilimsel kararlar alınmadı. Futbolun içindeki insanlar genel kurulda konuşamadıklarını medyada, medyanın reyting ve tiraj arayan polemik ve spekülasyon ağırlıklı yayınlarında ifade etmeye kalktılar. Gündelik tartışmalardan ve kavgalardan futbol hiçbir şey kazanamadı.
Örgütsüz futbolcular
Futbolun esas elemanları olan futbolcular, kişisel sözleşmeler ve kişisel hesaplarıyla hep yalnız kaldılar. Uğradıkları haksızlıkları, yanlış uygulamaları dile getirmekten kaçındılar. Meslek ve meslektaşları adına konuşmak, tavır koymak, uygulamalara öneri ya da itirazlarla katkıda bulunmayı düşünmediler. Hak aramakta reflekslerini kaybettiler. Kişisel kariyer hesapları ve para her şeyin önüne geçti. Fizik,teknik ve taktik gelişimlerini sosyal alanda sürdüremediler. Yabancı oyuncu kontenjanı ile ilgili düşüncelerini soran olmadığı gibi, bu sorunla ilgili yorumları da “kaliteli yabancıya evet”in ötesine geçmedi. Kaliteli yabancının kim olabileceğini söylemediler. Saha içi sonuçlarıyla “kral”, “kahraman” ya da “suçlu”,”beceriksiz”, “sahtekâr” sıfatlarının arasında sallanıp durdular. Genç futbolcuların profesyonel liglerde yer alması, tek sözcükle “şansa” bağlandı.
İlişkiler/aidiyet/liyakat
Göreve uygunluk koşulları (liyakat) ekonomiden siyasete hemen her alanda geri plana atıldığı gibi sporda da unutulan değerler arasına katıldı. Görevlendirmelerde ve seçmelerde kişisel ilişkiler, kültürel, dinsel, kulüp aidiyetleri, arkadaşlık grupları, hatta belli menajerlerle anlaşma, öncelik konusu oldu. Bu öncelikler kötü örnekler yarattı, futbolda farklı güç odakları oluşturuldu. Liyakat sahipleri azınlıkta, güçsüz ve yalnız kaldılar.
Finansal çarpıklıklar
Türk Futbolu’nun ekonomik değerleri arttıkça kulüp borçları da katlandı. Kulüplerin oylarıyla seçilen federasyonlar, kulüplerin finansal denetimini göz ardı etti. Yayın ve bahis gelirleriyle paraya ulaşan kulüpler, popülist tercihlerle kaynakların büyük bölümünü yabancı transferine ayırdılar. Yabancı transferinde çoğunlukla hayal kırıklıkları yaşandı. Artan gelirlere güvenerek yaratılan borç sarmalı büyüdü. Kulüp ve kulübe bağlı şirket hesapları denetlenemedi. Kulüp şirketlerinin finansal operasyonları da serbest piyasada güven kaybına neden oldu.
Antrenör kıyımı
Türk futbolunda antrenör kıyımı hem sportif hem de hukuksal bir sorun olarak gündemin baş köşesine oturdu. Başarısızlık hallerinde en kolay karar “yolları ayırmak” oldu. Bu yıl “başarı” halinde bile antrenör kıyımının yapılabildiğine tanık olduk. Bu anlamda duyarsız ve alışık davranma geleneğimiz, bu mesleğin gelişimini de engelledi. Antrenörler arasındaki dayanışma saha içi ve saha dışı rekabetin çok gerisinde kaldı. Milli Takım teknik direktörlüğü de özellikle yerli hocalar için “kurban sunağı”na dönüştürüldü.
Makyaj ve balçık
3 Temmuz sürecini ve yargı kararlarını da dikkate alarak futbolumuzun “kirlendiğine” mi inanıyorsunuz, yoksa “aklandığına”mı? Yanıt vicdanlarınızda. Böyle bir sürecin yaşanması dahi, tek sözcükle “ayıp”tır!
Milli Takım, futboldaki değerlerimizin, toplam kalitemizin, kültürümüzün oluşturduğu yüzümüzdür. Bu yüzde ışık, masumiyet,, heyecan,sevgi, ihtiras, umut var mı? Bu yüzü makyajla sürekli güzelleştirmeye çalışıyoruz, olmuyor.
Çünkü güneş balçıkla sıvanmıyor!
Seyircisine bile spor yaptıran spor: GOLF
Geçen hafta Antalya’da “golfun devleri”ni izledim. Rorry McIlroy, Tiger Woods,Justin Rose,Matt Kuchar,Lee Westwood,Webb Simpson,Charl Schwartzel,Hunter Mahan... Turkish Airlines World Final adıyla ilk kez düzenlenen organizasyonda uzaydan inip aramıza katılmış yıldızlar gibi heyecan yarattılar. 18 delikli yeşil alanda minicik topu en az vuruşla o deliklere sokmak için inanılmaz taktik ve teknik beceriler sergilediler. İşlerini ne kadar ciddiye aldıklarını gösterdiler. 1 milyon 700 bin dolarlık büyük ödülü Justin Rose kazandı. Toplam ödül 5 milyon doları geçti.
Bu eşsiz finali izlemek için Antalya’da sabahın altısında kuyruğa girip bilet alanları gördüm. Her etabı 2-3 saatte ancak biten o maçları izlemek için delikten deliğe toplam 7-8 kilometre yol yürümek zorundaydılar. Profesyonel golfçülerin yürüyüş temposuna ayak uyduramayan, geride kalan hiçbir şey izleyemiyordu. Yüzlerce, binlerce golfseveri hayranlıkla izledim. O seyircinin yüzde 90’ı erkek, kadın, çoluk çocuk yabancılardan oluşuyordu. Hepsine saygı duydum.
Yaşadığımız can sıkıcı olayın unutulmasını diliyorum. Antalya, dünyanın en seçkin golf merkezlerine dönüşüyor. Buna seviniyorum. Organizasyonun en güzel yanlarından biri de dünya yıldızlarının genç Türk golfçülerine ilk kez düzenlenen “klinik” çalışmasıyla sırlarını vermeleriydi. Vuruş teknikleri, sopa-top-delik üçlüsünün hesaplanması, bizim çocuklarda yenşi ufuklar açtı.
TGF Başkanı Ahmet Ağaoğlu ve arkadaşlarıyla THY yöneticilerine teşekkür ediyorum. Başarılarının devamını dilerim.