Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kemal Kapulluoğlu, hukuk öğrenimini fakültede, futbolu ise aynı yıllarda federasyonda öğrenmiş. Spor hukuku uzmanlarının (!) ekranlarda cirit attığı şu günlerde, kenarda kalmayı tercih ediyor. Zaman zaman gülüyor, çoğunlukla sinirleniyor... Ama süreci dikkatle izliyor.
Kapulluoğlu, TFF’de başkan vekilliği yapmış, Türkiye’nin futboldaki uluslar arası sorunlarında da sorumluluk üstlenmiş bir hukukçu.
Bugün merak ve endişeyle izlediğimiz “şike-teşvik” sürecinin, 6222 sayılı yasa ile yürürlüğe giren bir yanlıştan kaynaklandığına inanıyor.
“- Sporda şiddet ve düzensizliği önleme hakkındaki yasaya şike ve teşvik suçunu dahil eder, bu suça ölçüsüz biçimde 5-12 yıl ceza öngörürseniz, büyük bir yanlışa imza atmışsınız demektir. Zamanında bu yasa hazırlanırken hiç kimse önünü arkasını düşünmedi. Kimse bizim görüşümüzü almadı. Şimdi ortada yaşanan süreç, oldukça zor bir süreçtir. Çünkü iddianame 3-4 aydan önce açıklanmaz. Federasyon, iddianamenin açıklanmasından sonra meseleyi inceleyip 1-2 ayda karar veremez. Federasyonun kararı, sezon sonunu bulur!”
Kapulluoğlu, Türkiye Futbol Federasyonu’nun şiddeti önleme yasası çıkarken, aktif rol aldığını ve şike teşvik suçlarını o yasa kapsamına dahil ettirmekle kendi “erk”inden vazgeçtiğini söylüyor.
Sonra bıçak gibi keskin bir hüküm cümlesi ekliyor :
“Futbol, genel yargıyı kabul edemez! İhtisas mahkemelerinin yargı sisteminde yerini alması zorunludur!”
Genel yargının sorgu, iddianame ve duruşma süreçleri, ağır çalışıyor. Adil bir karar için de sürecin aceleye getirilmemesi gerekiyor. Daha da ilginç olanı, sporda, özelde de futbolda kullanılan terimlerin, yapılan konuşmaların, sosyal ilişkilerin genel yargıda kolay anlaşılamaması gerçeği. Bazı soruların çok komik olduğu dikkat çekiyor. Ama gülemiyorsunuz, çünkü savcılık kendi kuralları ve hukuk sistemiyle o soruyu sormak zorunda.
Oysa FIFA, genel yargıyı zorunlu kılacak bir hukuk sistemi yoksa, ulusal federasyonların kendi içlerinde hukuksal kurulları (Tahkim, Hukuk, Disiplin, Etik) oluşturmasını öngörüyor...
Kapulluoğlu’na göre Futbol Disiplin Talimatı’nda şike ile ilgili cezaların verilebilmesi için elbette kanaat önemli Ama o kanaatı oluşturacak bilgi ve belge toplama, telefon dinlemesi, banka hesaplarının elde edilmesi gibi yetkiler TFF’de yok... Şiddet yasasına şike ve teşvik için ağır cezaları koyan anlayış, pekala TFF’na da bilgi, belge, kanıt toplama yetkisini verebilirdi.
Yaşadığımız süreç, biraz da federasyonun kendi erklerinden biri olan sportif yargılama ve ceza verme yetkisinin önemli bir bölümünü genel yargıya devretmesinden doğuyor.
TFF’nun son genel kurulunda gözle kaş arasında öyle bir statü değişikliği yapıldı ki, hayret! Parasal ihtilaflarda, taraflar çözümü yargıda arayabilecek...
Bu karar şu anlama geliyor : Federasyon, örneğin futbolcuya kulübü tarafından hak ettiği ödemeler yapılmadığında Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’nda sorunu çözebiliyordu. Kararlar çabuk alınıyor, gerekirse futbolcu alacağı kulüp hak edişlerinden kesilebiliyordu. Ama artık öyle değil. Futbolcunun hakkını araması halinde, federasyon kulübe soracak : Nerede çözelim ? UÇK’da mı, yargıda mı ?
Uzun sözün kısası, futbolda sonu gelmeyen davalar gündemdedir.
Futbol Federasyonu, maalesef özerkliğine sahip olamamıştır.


Rıdvan Akar’a fair play ödülü

Tanıdığım gazeteciler içinde ikna edilmesi en zor meslektaşım Rıdvan Akar’dır. Akla hayale gelmedik soruları, ısrarla, inatla sorar. Geçen hafta Beşiktaş’la ilgili iddialar gündeme gelince o ünlü “Aklanın da gelin!” çağrısını yaptı... Şike ile kazanılmış bir Kupa’yı kabul etmediklerini, kimsenin peşinden koşmayacaklarını yazdı. O görüş, Çarşı’nın çağrısı oldu...
İşte Beşiktaş duruşu diye buna derim ben!
Beşiktaş yönetim kurulu da Kupa’yı federasyona iade etme kararı aldı.
Adalı ve Havutçu aklanıncaya kadar bekleyecekler.
Sıkıntılı sürecin içinde umut veren onurlu tavırlar bunlar.
Işık tutan Rıdvan Akar!
Artık hangi kurum verir bilemem... Ama Akar’a bir fair play ödülü ile teşekkür edebiliriz.

İç Denetim Enstitüsü hazır!

Geçen hafta İç Denetim Enstitüsü Başkanı Ali Kamil Uzun ve yönetici arkadaşlarıyla uzun uzun konuştuk... Başkan, futbol kulüplerinin gelenekleri, kültürleri, yetiştirdikleri sporcularıyla köklü bir kurumsal geçmişe sahip olduğunu, ancak endüstriyelleşme aşamasında kurumsal yönetime geçemediklerine işaret etti. Kulüplerin kurumsal olarak yönetilebilirliğini, denetlenebilirliğini acilen sağlamakta yarar olduğunu öne sürdü.
Denetleme, sadece parasal kayıtların kontrol edilip düzenlenmesini öngörmüyor. İç denetim, aynı zamanda, her şirkette, her kurumda olduğu gibi, o kurumun amaçlarına uygun olarak çalışması ve başarılı olabilmesi için de her kararda gerekli.
Ali Kamil Uzun, İç Denetim Enstitüsü’nün Türkiye Futbol Federasyonu ve kulüplere yardıma hazır olduğunu söylüyor.
Umarım, bu sese bir karşılık bulur. İç denetim en azından bugün hemen herkesin başını derde sokan yanlışları bitirebilecek yollardan biridir. Kimse denetlenmekten korkmamalı. Özellikle sporda!

Propaganda savaşları
Şike-teşvik soruşturmasında inanılmaz bir enformasyon bombardımanı ile karşı karşıyayız...
Daha iddianame yazılıp açıklanmadan teknik takip kayıtları, şike pazarlıkları en ince ayrıntılarıyla gazete sayfalarında... Onlar devam ederken, avukatların medyaya verdikleri röportajlar da sarsıcı iddialarla dolu.
Bu arada kulüpler de boş durmuyor tabii... Her kulüp kendi penceresinden kendi çıkarını, kendi geleceğini ve kendi haklarını düşünerek kamuoyunu etkilemeye çalışıyor.
Bir anlamda bir meydan okuma da denilebilir buna.
Yargılama süreci başlamadan herkes uygun bir pozisyon alma çabasında.
O pozisyonu alırken en önemli silaha, propagandaya sarılıyorlar.
Elbette haklarıdır, normaldir...
Ancak o formalara gönül vermiş insanları da kışkırtmadan, sapla samanı birbirine karıştırmadan yapsınlar açıklamalarını. Arıza çıkarsa, kontrol etmek zordur... Arızanın da kimseye yararı yoktur!