Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ne yalan söyleyeyim, Avrupa Futbol Şampiyonası Euro 2008’de öyle bir havaya girdik ki, futbola evrensel bakış yerine tümüyle ulusal heyecanlara kaptırdık kendimizi...
Özlemiştik öylesine heyecanlı, coşkulu, dolu dolu rüzgârları...  İyi de oldu. Futbolun iç rekabette “bölen“ keyifsizliğine karşı uluslararası rekabette huzur ve gurur veren “toplayıcı uzlaştırıcı“ yanını da hatırlamış olduk.
Şimdi hazırlık dönemi, son transfer hamleleri ve bitmeyen taktik arayışlar sürecini kendi haline bırakarak, sporda daha farklı ufuklara yelken açmanın zamanıdır. Neyse ki Turkcell Süper Lig başlayıncaya kadar bol bol gezineceğiz o ufuklarda.
Sporun en evrensel alanında özgür kuşlar gibi uçacağız.
Pekin’de.
Olimpiyat Oyunları’nda!..
* * *
Van’dayım. O nedenle GS Genel Müdürü sevgili dostum Mehmet Atalay’ın davetine katılamadım. Türk Olimpiyat Takımı’nın tanıtımı ve sanatçı Yıldız Tilbe’nin özel olimpik şarkısını TRT’den izledim.
Şu ana kadar vize alanlarla birlikte 12 dalda 68 sporcumuz katılıyor Pekin 2008’e... Sırada vize arayan 15 sporcumuz daha var.
Olimpiyat Oyunları’nda süper şampiyonların peşine takılarak, onların olağanüstü başarıları ile avunma dönemimiz sona ermiş görünüyor.
Yani Naim, çoktan tarih oldu.
Halil Mutlu, ceza sonrası Avrupa Şampiyonası’na dönüşüyle pek tatmin olmadı. Kazandığı madalyaya rağmen, olimpiyata gönlünce hazırlanamadığını söyleyerek çekildi. Kararına saygı duymalıyız. Halil, Türk sporunda üzerine düşeni fazlasıyla yaptı.
Hamza Yerlikaya da öyle.
Başbakan’ın “Altın madalya kazanacaksan katıl, iyi düşün!” uyarısından sonra Pekin’e ancak bir parlamenter olarak gidebilecek.
Halil ve Hamza, katılsalardı, çok iyi olurdu.
Ama dediğim gibi, artık yeni şampiyonlar çıkarmalıyız. Hatta çıkardığımız şampiyonların, yeni rakiplerini de kendi içimizden bulmalıyız.
* * *
Türkiye’nin Pekin’de neler yapabileceğini cidden merak ediyorum.
Yarıya yakını “devşirme“ sporculardan oluşan Türkiye kafilesinin tanıtımında “TÜRK“ sözcüğüne vurgu yapılması, olimpik felsefe ve kafilemizin oluşumu bakımından bana “aşırı milliyetçi“ geldi.
Keşke “Türkiye Olimpiyat Takımı“ diye takdim edilseydi kafile. Daha hoş ve daha yumuşak bir tanımlama olurdu.
Her neyse... Umarım başarılı olurlar.
Başarı, son zamanlarda hem siyasal iktidarların hem de spor yöneticilerinin üzerinde uzlaştığı bir terim oldu.
Başarı tutkusu uğruna sporun gerçek ideallerini ve sorumluluklarını ihmal ettiğimizi düşünüyorum.
Mesela... Toplantıda konuşan Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu, 2012 Olimpiyat Oyunları’na (Londra) katılmak üzere 1000 yetenekli genç için araştırmaya başlayacaklarını, okul sporu ve kulüp alt yapısına ağırlık vereceklerini ve bu kampanyayı devlet olarak destekleyeceklerini söyledi.
Olimpiyatı hedef alarak süper yetenekleri arayıp bulmak yerine, sporu bir yaşam biçimi olarak kitlelere yayabilseydik. Hayatın içine katabilseydik, belki de 3 bin genç bulurduk Londra için, şimdiden.
Yine de aramakta yarar var tabii, ille de muhalefet etmeyelim.
* * *
Türkiye açısından Pekin’de kazanacağımız ilk madalyanın sahibi Uğur Erdener olacak bence.
Sinan Erdem’in vefatından sonra Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin genel kurulundaki tek sandalyesini kaybeden Türkiye, beklenmeyen bir aksilik çıkmazsa, Pekin’de yeniden genel kurul üyesine sahip olacak.
IOC Yönetim Kurulu, Ukraynalı Sergei Bubka ile birlikte Uğur Erdener’i genel kurul delegeliğine aday olarak gösterdi.
Hacettepe Üniversitesi rektörü, FİTA Başkanı 57 yaşındaki dostumun hem bilim, hem de spor dünyasındaki değerini çok iyi bildiğimden çok seviniyorum. Bana mutluluk veren bir olay da TMOK Başkanı Sevgili Togay Bayatlı ağabeyimin, IOC Yönetim Kurulu kararından hemen sonra Erdener’i kutlayan ilk spor adamı olması. Bayatlı’nın kendini adadığı şu olimpik macerada böyle bir olgunluk göstermesi, gerçekten ona yakışan, alkışlanacak bir davranıştır.
Spor camiasındaki fesatlıkları iyi bilenler, ne demek istediğimi anlar.
* * *
Olimpiyat’ın Türkiye penceresinden ilk gördüklerimi yazdım. Biraz da dünyaya bakacak olursak.
Beni en çok heyecanlandıran olay, Yeni Zelandalı Mark Todd’un 52 yaşında, 8 yıl aradan sonra yeniden olimpiyat parkurlarına dönmesidir.
Bin türlü macera ile, gerekirse çiftliğini satmayı göze alarak sahip olduğu efsane atı Charisma ile üç günlük yarışlarda iki olimpiyat altınını peşpeşe aldı, 1984 ve 1988’de. Charisma’ya öylesine oğlu gibi baktı ki, onu 30 yaşına kadar yaşatmayı başardı.
Charisma’nın ölümünden sonra binicisinin defterinin de kapandığını ileri sürenler oldu.
Mark Todd, uluslar arası federasyon tarafından 20. Yüzyılın En Büyük Binicisi ilan edildi.
Çiftliğinde anılarıyla yaşayabilir, olimpiyat takımına antrenörlükle yetinebilirdi.
Hayır, öyle yapmadı. Yeni bir at yetiştirdi. Adı Gandaff... Ve seçmelere katılıp, Yeni Zelanda’yı yeniden olimpik parkurlarda temsil etmeye hak kazandı.
Şahsen, Hong Kong’daki yarışları merakla bekliyorum.
Acaba gerçek karizma hangisiydi ?
Charisma mı, yoksa Mark Todd mu?
Göreceğiz.
* * *
Bir de Sheila Taormina var.
1996’da yüzmede bayrak takımıyla altın madalya kazanmış... Sonra triatlon dünya şampiyonluğunu elde etmiş. Ama olimpik tutkusu bitmemiş...
Bayanlar Modern Pentatlon’da yeniden yarış alanına dönüyor, Pekin’e geliyor.
Şimdiden onu heyecanla bekliyorum.
Daldan dala konan bu kelebeğe saygı ve hayranlık duyuyorum.