Onların Nou Camp’ı, Mourinho’su varsa, bizim de Arena’mız, Aykut Hocamız var. Onların Guardiola ve Barcelona’sı varsa, bizim de Fatih Hocamız ve Galatasaray’ımız var.
Rekabet dediğin, adına Süper Final dediğin şey de, işte böyle olmalı.
Bir tarafta oyun disiplini, ortak akıl ve emek... Bir tarafta fırsat ve zeka...
İşte futbol bu demek.
Futbol asla, sadece futbol değil ama hayatla benzeşen, örtüşen çok yanı var.
Dün ezeli rekabet hayata bir pencere açtı.
Sistemi, oturmuş oyun düzeni, yıldızları-mıldızları, puan farkı, adına ne derseniz deyin artık, her şeyiyle günün favorisi olan Galatasaray, dün kaybetmek durumunda kaldı.
Üç-beş şut atıp ikisinde gol bulan, savunmasında gömülüp, rakibine alanı dar eden, futbolu düzenli bir akışla değil, arada sırada yanıp sönen flaş parlamalarıyla anlık oynayan Fenerbahçe maçı aldı, götürdü.
Bu sonuç için Aykut Hoca’yı ve futbolcularını kutlayalım. İki golün asistini yapan, Alex ile Bienvenu’yü alkışlayalım. Ziegler ve Stoch’a saygı duyalım. Ama Fenerbahçe’nin son yarım saatte gazı kesip, tükendiğine dair varsayımlardan da artık vazgeçelim. Futbol ateşi öyle bir şey ki, rakibi eziyorum, dağıtıyorum derken sen yanıyorsun. Elin böğründe şaşırıp bakakalıyorsun.
Fenerbahçe bu maçı kazanırken, bireysel olarak kendilerinden beklenenin çok üzerine sıçrayan futbolcularla Kadıköy’e umut ve zafer türküleri götürdü. Onların en başında kaleci Volkan var. Durgun ve hareketsiz oynayan Gökhan Gönül’ü bir kenara koyalım, Bekir, Yobo ve Ziegler günün harikalarıydı. Elbette Alex’e, Baroni’ye ve Selçuk’a da saygı duymalıyız. Galatasaray’da iki bek Eboue ve Hakan Balta sürekli hücuma katılan, kanatları Fenerbahçe’ye dar eden aktörlerdi. Selçuk’la Melo kendilerinden beklenen oyunu oynadılar ama dün daha fazlasına ihtiyaç vardı. Engin, Necati, Elmander ve sonradan oyuna giren Baros savunma duvarlarını aşıp, golü bulamadılar. Fenerbahçe direndi, dayandı ve kazandı.
Süper Final galiba şimdi başladı.