Beşiktaş için hava hep puslu, hep bulutlu. Ya da zaman hep “alacakaranlık” kuşağı. O nedenle dedikodu, spekülasyon, tartışma, belirsizlik ve kuşku adeta kol geziyor.
Öncelikle belirteyim ki Önder Özen’in Futbol Direktörlüğü görevini bırakması, beklenen bir şey değil. Onun yerini alacağı söylenen İbrahim Üzülmez de farklı yorumlarla katılıyor öyküye. Aslında Önder Özen de Slaven Bilic de İbrahim Üzülmez’le çalışmayı çok istiyorlar. İlk görüşmede Üzülmez, kulübede oturup oturamayacağını soruyor. Bilic’in beklentisi böyle bir yardımcılık değil. Demostrasyon (gösteri) antrenörü olarak istiyorlar onu. Örneğin Kerim Frei’ya topla içeri kayarak değil, sol çizgi üzerinden dripling yaparak gitmesi gerektiğini anlatacak biri olmalı. O adam İbrahim Üzülmez. Önder Özen’in bir Cumartesi sabahı Oğuzhan Özyakup’u tesislere getirerek 14 genç futbolcuya dönerek top kullanmayı, göğüsle karşılayıp oyun kurmayı öğretmesi de böyle bir şey. İbrahim Üzülmez’i bu konuda ikna edecekler. Kaptan’ın Ümraniye’ye dönmesi, başka olumlu etkiler de yaratabilir. Beklemek gerekiyor.
Önder Özen’in ne kadar duyarlı ve onuruna düşkün biri olduğunu en iyi Başkan Fikret Orman biliyor. Bir toplantıda, “Önder, kaşımın hafif kalkmasından bile kendisine mesaj çıkarıp gidecek adamdır. O yüzden onunla konuşurken kaşıma bile dikkat ederim. Onu kaybetmek istemem” diyor.
Beşiktaş’ta teknik direktörün kendini beğendirmesi zor iş. Del Bosque’ye “Yeniköy Kasabı”, Scala’ya “ihtiyar”, Schuster’e “Kendini beğenmiş” Denizli’ye “Enkaz bıraktı”
diyenler, elbette Slaven Bilic’i acemi, hamlesiz ve yaratıcılıktan yoksun görüyorlar. Ama adı geçenlerin hiç biri -kızsak da- kötü antrenör değildi. Bilic ise çok farklı takımın oyun stratejisi anlamında inanılmaz bir A planı sihiri var. O yüzden ilk dört haftayı fırtına gibi geçti Beşiktaş. Önder Özen, onu Daum’dan Zico’ya kadar çalıştığı tüm hocalar içinde en iyi stratejist olarak değerlendiriyor. Peki başladığı maçı, kazanarak bitirememek nasıl bir şey? Elbette başarısızlık var ortada. Ancak o sorunların çözümü için çalışılırken, daha farklı, daha görünmez sıkıntılar çıkıyor Beşiktaş’ın karşısına. Onların ne olduğunu da herkes biliyor.
Önder Özen ve ekibinin yaptığı bir hesaplama var. Lig lideri Fenerbahçe sezon başından beri + 6 günlük dinlenme avantajıyla oynamış maçlarını... Galatasaray + 4, Kasımpaşa +4 günlük dinlenme avantajı kullanmışlar. Beşiktaş’ta avantaj söz konusu değil. Tam aksine -13 günlük bir dezavantaj var. Yine de Beşiktaş’ın ilk yarıyı başarısız kapadığını unutmayalım. Devre arasında bakarsınız çok farklı bir kimliğe bürünmüş Beşiktaş. Olabilir. Biliyorum, sistem ikili rekabete yoğunlaştığı için Beşiktaş’ı, Trabzonspor’u, hatta Kasımpaşa’yı bile yarışın dışına itmek istiyor. Ama hayır, Beşiktaş direniyor, direnecek. Biliyorsunuz, yaptığı en iyi iş de o zaten!
Üzücü bir ders
İnside the Games sitesinde Duncan MacKay, yıl sonu değerlendirmesinde önceki Spor Bakanı Suat Kılıç için şunları yazmış: “Kılıç, UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası’nı yeğlediği için uzun süre olimpiyat adaylığını tam olarak desteklemeyerek İstanbul’un olimpiyat kampanyasında bölücü bir rol üstlenmiştir. Kendisi ayrıca kibirli tavırlarıyla birçok IOC üyesini soğutmuştur.”
Çok üzüldüm. Birincisi, “Hangi kıza aşığız biz?” diye zamanında yazmıştım. Kimse oralı olmadı, çifte adaylık ikisinde de kaybettirdi. İkincisi, Kılıç’ın heyecanını ve tutkusunu keskinlikten ayıramaması. Hepimize yazık oldu!
Yiğit bir dosta mesaj:
Duydum ki ısınma turlarıyla yeniden oyun kurmaya çalışıyormuşsun. Oysa takımı dağıttın... Ve ben yarıda kalan maçta hâlâ kaledeyim, bilesin!
İnternet tuzakları
Tayfun Korkut, yeni yılın son gününde Hannover 96’nın teknik direktörlüğüne getirildi. Genç hocamızın gurur veren bu görevi nedeniyle çok sevindik. Ne var ki, birçok arkadaş, medyada Tayfun Korkut’un Bundesliga’da görev alan ilk teknik direktör olduğunu habere ekledi.
Öyle değil. Özcan Arkoç, yıllarca kalesini koruduğu Hamburger SV’de 1977-78 sezonunda teknik direktörlüğe getirildi. Tayfun Korkut, Bundesliga’da teknik direktörlük üstlenen ikinci Türk’tür.
Arkoç’da da bir yanlış var... İnternette O’nun 1967-68 sezonunda HSV - Milan maçıyla Avrupa Kupaları’nda final oynayan ilk Türk futbolcu olduğu yazılıyor. İlk final oynayan oyuncumuz Can Bartu’dur. (10 Mayıs 1962 Atletico Madrid - Fiorentina/1-1). Beraberlik sonrası takımlar ikinci kez karşılaştılar. O arada Bartu Fiorentina’dan Venezia’ya kiralandı. Bartu’nun İnternet’teki biyografisinde ise 10 Ocak 1961’de Glasgow Rangers’e karşı oynadığı yazılıyor. O da yanlış.
İnternet, harika bir bilgi okyanusu. Ama yine de tek kürekle açılıp tuzağa düşmeyin. Farklı kaynaklardan bilginizi kontrol edin.