Öncelikle dürüst bir özür borcum var. Bogdan Tanjeviç’ten özür dilemeliyim. Avrupa Şampiyonası için ilan ettiği kadroda Mehmet Okur, Serkan Erdoğan’ın yanı sıra en çok Kaya Peker’e yer vermediği için eleştirmiştim. Başka oyuncular da vardı kadroya çağırılmayan.
Tanjeviç, onca eleştiriden sonra umutlarımın kırılıp döküldüğü Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takım’la bugüne kadar erişemediğimiz bir başarıya imza attı : 5’te 5! Ve şimdilik...
Beş maçta beş galibiyet, Milli Takım’ın bugüne kadar hiçbir resmi turnuvada elde etmediği bir başarı.
2006 Dünya Şampiyonası’nda ilk 5 maçtan dördünü kazanmıştı Milli Takım. Elde ettiği sonuç, gurur duyacağımız bir altıncılıktı.
Sürpriz skorer
Polonya’daki Avrupa Şampiyonası’nda son dünya şampiyonu ve olimpiyat ikincisi İspanya’yı 60 sayıda tutarak yendik... Sırbistan gibi güçlü bir rakiple üç periyodunu önde taşıdığımız bir maçta uzatmaya kaldık. Uzatmada rakibe tek sayı attırmadan maçı kazanmayı, çeyrek finali garantilemeyi başardık.
Bunlar, başta Tanjeviç olmak üzere tüm takımın ve kafilenin başarısı.
2006 Dünya Şampiyonası ile 2009 Avrupa Şampiyonası’nın benzer / paralel özellikleri var.
2006’da Mehmet Okur, Hidayet Türkoğlu ve Mirsad Türkcan yoktu. Takım İbrahim Kutluay’ın liderliğinde genç ve mücadeleci oyunculardan oluşuyordu. Serkan Erdoğan da takımın sürpriz skoreriydi.
Bugün Avrupa Şampiyonası’nda mücadele eden Milli Takım’ın lideri Hidayet Türkoğlu NBA’de Orlando’nun vazgeçilmez lider oyuncularından biri olarak göğsümüzü kabartırken, birikimini Türkiye’ye de taşıdığını gösteriyor.Mehmet Okur, sakatlığı nedeniyle kadroda yok. Kaya Peker ve Serkan Erdoğan’ı Tanjeviç göreve çağırmadı, biz de eleştirdik. İbo ve Mirsad, kariyerlerinin en iyi zamanlarını geride bıraktıkları için kadroya çağırılmadılar. Kerem Gönlüm de talihsiz doping olayı nedeniyle dışarıda kaldı.Takımın başarılı uzunu Ersan İlyasova oldu.
Hido’nun katkısı
İki turnuvanın ortak yanı, Milli Takım’ın yıldızlar topluluğu özelliğini terk etmesi, tek yıldızın, tek liderin çevresinde toplanan ve dayanışma anlayışı çok yüksek, disiplinli bir oyuncu grubuna dönüşmesi.
Dizindeki ağrılar nedeniyle son iki maçtaki durağanlaşan ve ancak altı sayı üretebilen Hidayet, yine de takıma çok şey kattı varlığıyla. Tribüne çıkıp dinlenmek yerine bench’den girip çıkarak sinerjiyi sürdürdü.
Futbolda Fatih Terim’in bir çok yıldızı (Fatih Tekke, Gökhan Ünal, Gökdeniz Karadeniz, Yıldıray Baştürk ve son turnuvada yer almak istediği halde çağırılmadığından kalbi kırılan Hakan Şükür, Halil Altıntop ) 2008 Avrupa Şampiyonası’nın kadrosuna almaması, ya da geri göndermesi, hepimizi duygusal eleştirilere yöneltti. Ama orada başardılar.
Bu uygulamalardan yola çıkarak baktığımızda, yıldız oyuncu sayısını azaltırken; dirençli, mücadeleci ve büyüme ihtirasına sahip oyuncu sayısını artırmanın doğru bir tercih olduğunu düşünebiliriz. Hele Ahmet Çiğdem’in yıllar önce Galaktikos diye tanımlanan Real Madrid’deki yıldızlar topluluğu için, “Bir futbol takımından ziyade en değerli parçaların bulunduğu eşsiz bir koleksiyon” saptamasını unutmamamız gerekiyor. Galaktikos da, hatırlanacağı üzere hayalkırıklıkları ile dolu başarısız sezonlar geçirmişti (Bu yıl da ne yapacaklarını merakla bekliyorum).
Tanjeviç ve oyuncuları, bize zaman zaman unutup ihmal ettiğimiz ya da beceremediğimiz bir şeyi de hatırlattı : Hayatın temel dinamiği savunmadır.
İstediğiniz kadar vizyoner, yaratıcı, stratejik, araştırmacı, hamleci ya da saldırgan olup hücum taktikleri deneyin, savunma anlayışınız yeterli değilse, sonuç hayalkırıklığıdır.
Evet, hücum futbolu, üretken basketbol gibi kavramlarla atak oyun ve skorer oyuncu tercihlerimizden vazgeçmeyelim. Ama savunmayı da asla yok saymayalım!
Devam çocuklar!
Basketbol Milli Takımı’nda kaygılarımızdan biri de oyun kurucularda zorlanacağımızdı. Kerem Tunçeri, Engin Atsür ve Ender Arslan, bırakın kaygılarımızı bir yana hayranlığımızı ve saygılarımızı kazandılar. Tüm arkadaşlarıyla birlikte.
Cuma günü çeyrek finali kiminle oynayacağımız önemli. Ve çeyrek final turları, Avrupa Şampiyonası’nın en sarp, en tehlikeli geçitini oluşturuyor. Kazanırsanız, altın madalyaya uzanabilirsiniz... Ama 1 sayı ile kaybettiğinizde ilk dördün dışına düşüyor ve kahroluyorsunuz.
Buna rağmen bu turnuvada artık yenemeyeceğimiz hiçbir takımın kalmadığına inanıyorum. Son şampiyon Rusya dahil!
O halde devam çocuklar... Son maçın son saniyesine kadar!
Hermafrodit
Berlin’deki Dünya Atletizm Şampiyonası biteli haftalar oldu. Ama 800 metre bayanlarda şampiyon olan 18 yaşındaki Caster Semenya’nın cinsiyetiyle ilgili tartışmalar sürüp gidiyor.
Özellikle Avustralyalı gazeteciler, bir kadından çok erkeğe benzeyen Semenya’nın henüz doğrulanmayan raporlara göre gelişmemiş bir penise ve yumurtalıklara sahip olduğunun, kadınlık organlarının da belirsizliğinin altını çizip duruyorlar.
IAAF’in Semenya’nın cinsiyetiyle ilgili araştırmaları ve test sonuçlarının değerlendirmesi aylar sürecek.
Genç sporcunun madalyası belki de iptal eilecek.
Bir Güney Afrika dergisi de Semenya’yı makyöz ve kuaför elinden çıkmış “ Kara Dilber ” haliyle kapak yaptı. Babası, kızını kendi elinde büyüttüğünü, başarısını kıskandıkları için onu bunalıma sürükleyecek saldırılarla karşı karşıya kaldığını söyledi.
Bu olay bana hem güzel yurdumun efsanelerini, hem de olimpiyat tarihinin benzer bir öyküsünü anımsattı.
Ay tanrıçası Selene, Karya’da her akşam Bafa gölünün üstünde görünür, eşsiz güzelliğini sulardan oluşan o dev aynada seyredermiş. Günün birinde kıyıdaki zeytin ağaçlarının dibinde uyuyan dünyalar güzeli, yakışıklı çoban Endimiyon’a takılmış gözü. Bundan daha güzel bir ölümlünün yaratılmadığına inanarak, uykudaki çobanı öpüp koklamış.
Çoban Endimiyon da vurulmuş Selene’ye bir gece iki sevgili birbirlerine öylesine sımsıkı sarılmışlar ki, bir daha ayrılamamışlar. Bu öyküyü Halikarnas Balıçısı’ndan hem okumuş, hem de kendi ağzından dinlemiştim. Bu ayrılmaz beraberlikten sonra Bafa gölü kıyılarında bazı zeytin ağaçları görürsünüz... Hem çitlembik, hem de zeytin... Aynı dalda. Selene ve Endimiyon gibi... Halikarnas Balıkçısı, böyle ayrılmaz birleşmelerden sonra ne erkek ne kadın, hem erkek hem kadın efsanesinin de Anadolu topraklarında doğduğuna inanır. Hermes kadar yakışıklı, Afrodit kadar güzel iki cinslilik hali, tıp literatürüne de Hermafrodit olarak geçmiştir.
Olimpiyat tarihine dönersek...
1932 Los Angele Olimpiyat Oyunları’nda Polonya adına yarışan 100 metrede altın madalya kazanan Stella Walsh, Amerika’da yaşıyordu. Bazı engeller nedeniyle son anda karar değiştirmiş, anavatanı Polonya adına koşmuştu. Dört yıl sonra Berlin’de yarışı Helen Stephens kazandı. Stella Walsh ikinci oldu. Hitler, Stephens’e hayranlığını dile getirip onun Aryan ırkından olduğunu iddia ederek Almanya adına yarışmasını isterken, Stella Walsh ve Polonyalı gazeteciler, Amerikalı atletin aslında erkek olduğunu iddia ettiler.
4 Aralık 1980’de Crelvelan’daki bir alışveriş merkezinde soyguncularla polis arasında silahlı çatışma çıktı. Seken kurşunlardan biri, Stella Walsh’ın ölümüne neden oldu.
Otopsi sonucundaki bir bulgu herkesi şaşırttı :
Rakibinin erkek olduğunu iddia eden Stella Walsh, gelişmemiş penisi ve diğer organlarıyla bir hermafrodit’ti!
Çalınmış maç
Beşiktaş’a yazık oluyor. Bu yenilgiyi gerçekten hak etmemişlerdi
Belli ki işi ciddiye almışlar... Galatasaray derbisinin ağır etkilerinden kurtulmak için Manchester United maçının bir fırsat olabileceğine inanmışlar. Taraftar da İngiliz takımlarına karşı özel bir motivasyonla stattaki yerini almış. Baştan sona Beşiktaş’ı destekliyor.
İnönü’de gece sakin başlıyor. United’da Rio Ferdinand, Ryan Giggs yok. Sir Alex Ferguson rölanti bir girişle oynatıyor takımını. Cristiano Ronaldo’nun gidişinden sonra takımın cilası uçmuş gibi. Ama dakikalar ilerledikçe makinenin çalıştığını görüyorsunuz. Temaşa unsuru azalsa da ManU değerinden fazla kaybetmediğini gösteriyor. Kanatlarda özellikle sağ kanadında Valencia ile çok etkili ManU... Orada da emektar kaptan İbrahim Üzülmez karşılıyor, elinden geldiğince rakibini bozarak, sıkıştırarak tehlikeleri öldürmeye çalışıyor. Sağda da genç İbrahim Kaş var... O da savunmada dikkatli. Sivok biraz önde, Ferarri geride savunmanın göbeğini kontrol ediyorlar. Orta alanda Ernst topun en çok buluştuğu Beşiktaşlı. Topla en çok oynayan da o. Ekrem Dağ, ona destek veriyor. Beşiktaş’ın savunma prensipleri arızasız çalışıyor. Özellikle Rooney’i topla buluşturmamaya özen gösteriyorlar. Sivok çok dikkatli. Beşiktaş ManU’nun ataklarını olgunlaştırmadan bitiriyor.
İyi ama, bu maçı kazanacak bir planı yok Beşiktaş’ın. Tek santrfor Nobre, şut atmıyor, rakibini kovalıyor, pres yapıyor, top çalıyor ama şutsuz bir santrfor örneğinden başka bir şey değil...
Bobo’yu evine gönderirken Beşiktaş’ta Mustafa Denizli’yi bu karara yönlendiren olay nedir? Merak ediyoruz. Hoş, Bobo olsa ne yazar... Brezilyalı Şampiyonlar Ligi başlarken birden sakatlığını unutuyor. Altı maçlık reklam fırsatı onu canlandırıyor. Denizli’nin bu fırsatı ona vermemesini de keskin bir karar olarak yorumluyoruz... Demek ki bir zorunluluk var ortada. Yakında öğreniriz o durumu.
İnönü Stadı’nda taraftar da biz basın tribünündekiler de zaman zaman umutlanarak izliyoruz Beşiktaş’ı... O dikkatli özenli oyunun hücum sayfaları yazılamamış... Öyle olsa ilk yarıda altı korner atan Beşiktaş bir gol bulabilirdi, ama olmadı.
Denizli, Serdar Özkan’ı alıyor, Yusuf’u sürüyor... Tabata’yı alıyor Tello’yu sürüyor oyuna. 82’de son hamlesini Nihat’la yapıyor, aradığı golü yine bulamıyor.
Ferguson mu? O daha erken hamleci. 63’te Carrick ve Rooney’in yerine Berbatov’la Owen’ı sürüp diş gösteriyor, niyet beyan ediyor.
Beşiktaş, en azından berabere bitirebilirdi maçı... Savunmada Nani’nin şutunu tek elle çelip Scholes’un önüne düşüren Hakan Arıkan’ın en talihsiz anı bu. Gecenin büyüsü bozuluyor.
Beşiktaş’a yazık oluyor. Bu yenilgiyi gerçekten hak etmemişlerdi.
Tıpkı iki yıl önceki Porto maçı gibi.
Beşiktaş İnönü’de yine maç çaldırıyor!