Kişisel kanaatim değil, hukukçular söylüyor: “-Çalışma hürriyetini ancak mahkeme kararı yasaklayabilir!”
Temel ilke kitaplarda dururken, hayat başka türlü akıyor.
Sayın Savcı Mehmet Berk, 6222 sayılı yasanın 18. maddesindeki “ilgili kişiler” deyiminden yola çıkarak, hazırladığı iddianamede “şüpheli” olarak adı geçen “profesyonelleri” de statlardan uzaklaştırıyor, antrenmanlardan dışlıyor. Bu konuda TFF’ye yazdığı yazı ile “tedbir alınmasını” talep ediyor.
Tedbir alınıyor. Galatasaraylı Sercan, yazı yetişmediği için takımının Gençlerbirliği maçında forma giyiyor. Eboue’nin golündeki asist de ona ait. Ama Bursasporlu Gökçek Vederson, Eskişehirsporlu Mehmet Yıldız, Kaleci Murat Şahin, Fenerbahçeli Sezer Öztürk artık statlara gidemeyecekler, antrenmanları da izleyemeyecekler.
Listede Fenerbahçe’nin tercümanı Samet Güzel de var.
Yöneticiler ve bazı antrenörler de yasak kapsamında. Örneğin, bu yıl TRT’de Futbol Ateşi programının yorumcusu olarak görev yapan Hikmet Karaman da “yasaklılar” arasında.
Yasa hazırlanırken, dünkü Fanatik’te Mehmet Demirkol’un dediği gibi, amaç taraftar ve medyayı “terbiye etmek”ti. Medyayı susturmak, aykırı sesleri futboldan uzaklaştırmak, taraftarı müşteriye dönüştürmek ve “yayıncı kuruluş”un güzellemeleriyle futbolun ticari değerini arttırıp markalaşma sürecini hızlandırmak.
Ne yazık ki çokbilmişlerin alelacele kapalı kapıların ardında hazırladığı yasa, bazılarının ayağına dolandı.
Taraftarı “adam etmek” (!) adına konan statlara giriş, antrenmanları izleme yasağı, hiç hesapta yokken, gelip meslek sahiplerini vurdu.
Profesyonel futbolcular, haklarındaki “şüpheli” yaftasıyla artık mesleklerini icra etme hakkından mahrum ediliyorlar.
Ayaklarına pranga takılıyor, zincire vuruluyorlar. Bırakın maçta oynamayı, antrenman yapmaları bile yasak.
Sayın Savcı Mehmet Berk, “seyretme” fiiline getirilen yasakla kastedilen seyirci/taraftar kimliğini, farklı bir yorumla kulüp başkanları, yöneticiler, antrenörler, tercüman ve futbolculara kadar geniş bir kapsama alanına taşıyor.
TFF, soruşturma başladığında tedbirsiz olarak PFDK’ya sevkettiği bu kişiler hakkında şimdi “tedbirli” olarak işlem yapıyor. Statlara girişi, antrenmanlara katılması yasaklanıyor futbol profesyonellerinin.
Oysa meslekten men, ancak mahkeme kararı ile uygulanabilecek bir yaptırım.
FIFA ve UEFA, bu tür davalarda futbolcuların mesleklerine devamını öngörüyor. Çünkü bu meslek mühendislik, avukatlık, yazarlık gibi ömür boyu sürdürülebilecek bir meslek değil. Ama Türkiye’deki ilk uygulama böyle. Avukatlar Savcı’ya, tedbirin kaldırılması için dilekçe veriyorlar. Dilekçeler geri dönüyor. Sayın Savcı, bu tedbiri ancak mahkemenin kaldırabileceğini söylüyor. Öyle ama, 16. Ağır Ceza Mahkemesi henüz iddianameyi kabul etmiş değil... Duruşma tarihi belirsiz. Böyle bir durumda futbolcular nasıl antrenman yapacak, takımlarının maçlarına nasıl katılacak ? Tutuklanmasına gerek görülmeyen “şüpheliler”, ayaklarına takılan prangalarla şimdiden mahkuma dönüşmüş oluyor.
Böyle bir yasağa, kısıtlamaya, engellemeye ve mahrumiyete benim vicdanım isyan ediyor.
Hukuka evet, prangaya hayır!
Sayın Savcı, seyirci ile profesyoneli lütfen ayır!
Veto bir fırsat olabilir
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün 6222 sayılı yasanın bazı maddelerini değiştiren yasayı “veto” etmesiyle ilgili gerekçelere katılıp katılmamak önemli değil.
Vetoyu saygı ile karşılayıp üzerine düşeni yapmak, yine Meclis’in görevidir.
Hatta Meclis, değişiklik tasarısında gündeme gelmeyen bazı maddeleri (örneğin taraftar, yönetici, antrenör, futbolcu ve görevlilerin tümüne stat ve antrenman yasağı ile yorumlanan 18. maddeyi) yeniden, daha net kimlikler koyarak düzenleyebilir. Bu anlamda veto fırsattır. Çok acele etmeden, ama fazla vakit de kaybetmeden yasaya bir denge ve açıklık kazandırılabilir.
Yeter ki “akil” insanlar seslerini duyurabilsinler. Yeter ki komisyon, sadece ilgili kurumları değil, ilgili kişileri, hukukçuları ve bağımsız spor adamlarını da dinlesin.
Bu fırsatı değerlendirmek, Meclis’in tarihi sorumluluğudur, unutmayalım.
Unutulan emekçiler
Futbolla ilgili her türlü karar, genellikle masa başında, kapalı odalarda tartışmasız, eşine ender rastlanan bir çokbilmişlikle, sonu gelmez dayatmalarla alınıyor. Play off garabetinden yabancı oyuncu kontenjanına, disiplin talimatlarından yasa hazırlıklarına, sezon planlamasından uyuşmazlıkların çözümüne, deplasmanda seyirci yasaklarına kadar hemen her şey bu çokbilmiş kafalardan çıkıyor.
Sonuçta nereye geldiğimiz de belli... Geldiğimiz yer, hiç birimizi mutlu etmiyor.
Ama hep birlikte çukura düştük, debeleniyoruz.
Şimdi... Yeniden soralım:
Futbolun en değerli parçasını, futbolcuları, futbol emekçilerini yok sayarak, onların TFF genel kurulundaki temsil haklarını gülünç biçimde minimize ederek yarattığımız bu antidemokratik düzenden memnun musunuz?
Futbolcu kardeşler, vicdanlarında yanıt versin bu soruya... Kişisel kariyer hesapları, maç kadrosuna girme, parasını zamanında alabilme kaygılarının dışında onların da bu dünya ile ilgili sosyal sorumlulukları olmalı, katkıları, eleştirileri olmalı...
Ne yazık ki sosyalleşmeyi “twitter” ,”face book” ve “you tube” olarak algılıyorlar. Futbolun sorunları, çoğuna göre kendi kişisel sorunlarıyla sınırlı.
O yüzden işte, TFF yönetim kuruluna da en sessiz futbolcuyu seçtiler.
Topçusun sen, topçu kal... Gerisi masal!
Socrates’e saygı duruşu
Socrates Brasileiro Sampaio de Souza de Oliviera... Ya da sadece Socrates...
Artık aramızda değil.
Futbola sadece teknik, taktik ve estetik katmakla kalmadı.
Sosyal bir duruş sergiledi. Cuntanın baskıları altındaki Brezilya’da demokrasi mücadelesine unutulmayacak katkılar sağladı. Oyuna felsefe ve derinlik kattı.
O yüzden krallar, golcüler, yıldızlar bir yana, Socrates futbolun en aydınlık yüzüydü.
Buradan TFF’ye, Socrates için naçizane bir önerim var.
Bu akşamki derbiye biz de insani bir derinlik katalım. Hep beraber ayağa kalkalım. İşi sulandırmadan futbolu hepimize bir kez daha sevdiren bu ölümsüz filozof için 1 dakikalık saygı duruşu yapalım.
Alex’ten Melo’ya, Volkan’dan Selçuk’a kadar hepimizin bir saygı borcu var.
Hiç değilse 1 dakikalığına, futbola bir güzellik katalım.