İzmir, Birinci Beyler Sokağı, 50’li yıllar... O dönemde süt annem Ulviye Hanım’ın evine sıkça giderdik. Üçüncü Beyler’de, Şamlı Çıkmazı’nda oturuyorduk... Ama ben sık sık süt annemin evine gider, oradaki arkadaşlarımla sokakta oynar, acıktıkça da kapıyı açıp mutfağa dalardım. 7-8 yaşındaydım. Bir gün o evin kapısı çalındı. Yandaki Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın laboratuvarından gelen beyaz önlüklü bir adam, elinde bir sürü kahverengi kan iğnesi ampullerini tecrübeli bir hemşire olan süt anneme verdi. “Çocuk çok zayıfmış. Süleyman Ferit Bey, her gün bir tane vurulmasını söyledi.”
O sözleri duyar duymaz bizim eve kaçtım. Ama çare yoktu süt annem akşam üstü bize gelip bağırta bağırta iğneyi bastı.
Süleyman Ferit Bey’in laboratuvarında ilaçla birlikte kolonya da üretiliyordu. Sokak mis gibi kokardı. Altı oğlu vardı Eczacı Amca’nın. Melih, Nejat, Vedat... Kemal, Haluk, Şakir... Eczacıbaşı markası bu amcanın elinde doğup evlatların gayretiyle holdinge dönüştü. Eczacıbaşı kardeşlerden Vedat hariç, hepsini tanıdım. Merhum Nejat Eczacıbaşı ile Şakir Eczacıbaşı, eczacılık, kimya ve ekonomi dünyasındaki etkinliklerine spor ve sanat alanında da unutulmaz eserler kattılar. Dr. Nejat Eczacıbaşı, 1966’da Eczacıbaşı Spor Kulübü’nü kurdu. Voleybol ve basketbolda yaptıkları yatırımlarla salonlara büyük heyecan taşıdılar. Heyecanla birlikte doğru ve akıllı yatırım başarıyı da getiriyordu. O nedenle bizim Üç Büyüklerin yöneticileri yıllarca “Spor kulüpleri ile müessese kulüpleri ayrı liglerde mücadele etsin!” diye vaveylayı koparıyordu. Eczacıbaşı Spor Kulübü önce basketbol şubesini, sonra erkekler voleybolu kapattı. Ama kızlar, kulübün de, holdingin de baş tacıydı. Cengiz Göllü’nün üstüste 17 şampiyonlukla taçlandırdığı voleybol Türkiye’nin salonlardaki geleceğini müjdeliyordu.
Eczacıbaşı’nın kızları önce CEV Kupası’nı kazandılar. Bu yıl da Denizbank CEV Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu ile müzeyi zenginleştirdiler. Ardından gelen FIVB Dünya Kulüpler Şampiyonluğu ise hayal ötesine geçen bir başarı öyküsüydü.
Eczacıbaşı’nın altın kızlarını yürekten kutlarken, büyük ailenin reisi Süleyman Ferit Amca’yı, Nejat ve Şakir Ağabeyleri rahmetle andım. Bülent ve Faruk Eczacıbaşı’nın, aile mirasını büyüten çabalarını bir kez daha alkışladım.
Eczacıbaşı, rekabet kültürümüze de bir asalet ve incelik kattı. Bakın, bir zamanlar müesseselerden ayrı lig için bağırıp çağıranlar, şimdi aynı liglerde Türk voleybolunu, Türk basketbolunu büyütüyorlar. Ne mutlu Eczacıbaşı’na, ne mutlu filelerde ve potalarda smaç gösterisi yapanlara!
Yapma be Tolga!
Tolga Özkalfa kardeşimiz Beşiktaş - Gaziantepspor maçındaki hatalarından dolayı eleştirilirken, çoğu yorumcu söze “Zaten kötü bir hakem” diye başladı. Bu söz içimi burktu, çok üzüldüm. Benim inancıma göre kötü hakem, kötü doktor, kötü mühendis olmaz... O maçta kötü ve yanlış kararlar veren hakem olur. O hastaya yanlış teşhis koyan doktor olur. Bir inşaatın statik hesaplarında hata yapan mühendis olur. Peki Tolga Özkalfa’nın Gaziantep’in attığı golden önce Serdar’ın suratına inen darbe ne olur? Faul verilmezse skandal olur! Hadi penaltıyı vermedin, tartışılır. Bari böyle hatalar yapma... Yapma be Tolga!
Play off’u hatırladınız mı?
3 Temmuz sürecinin şokuyla sarsılan endüstriyel futbolumuz, biliyorsunuz, kayıplarını kapatmak için “play off” diye bir çare (!) icat etmişti... Normal sezonu birinci bitirene zorla dörtlü final buyruğu çıktı. Neyse... 2012’deki bu garabet artık gerilerde kaldı, tarih oldu. Ne var ki bugünkü sıkı rekabet, play-off’u yeniden anımsattı bana.. Belki de asıl bugün ihtiyacımız olan şeyi tartışsak mı? Bilemem... Bırakalım nasıl alıştıysak, öyle bitsin!