Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Pekçok okurumdan olumsuz tepki alan, gördüğü her şeye kulp takmayı iş edinmiş, ama sıra yapıcı önerilere gelince heybesi bomboş gezen bazı köşe yazarları tarafından da tiye alınan geçen haftaki “dörtler sabitlenmeli” başlıklı yazımı yazarken, iki hedefim vardı aslında...
Her şeyden önce sevgili okurlar, şikeyi, spor ahlâkına uygun olmayan davranışları, gücün hukukunu savunuyor değilim. Beni yıllardır okuduğunuza göre, bunları yapmayacağımı sizler bilirsiniz zaten... Bütün yapmaya çalıştığım; tüm sporseverler olarak gelip tıkandığımız noktada, büyük çoğunluğumuzun tutkuyla bağlanmış olduğu güzel ve masum bir oyundan kopmanın eşiğine gelmişken, giderek vahim bir hal alan sosyal ve ekonomik koşulları da gözeterek çözüme yönelik bir öneride bulunmaktı. Tartışma başlatacak bir öneri...
Ben kimse affedilsin demedim. Olayı küçültmeye, görmezden gelmeye çalışmadım. Adaletin yerine parayı seçme kolaycılığına göz kırpmadım. Yalnızca “yarını biçimlendirmek için öncelikle dünü iyi anlamak gerekir” ilkesinden yola çıktım. Türkiye’de sportif etkinliklerin başladığı ilk günden beri sahnenin baş aktörleri olan İstanbullu üç kulüp ve onlara eklendiği 60’lı yıllardan bu yana özellikle futbolun en başarılı ve üretken atölyelerinden biri olmuş Karadeniz temsilcisinin on yıllardır hayatımızda kapladığı yeri anlamaya çalıştım. Ortaya çıkan sonuç, dünyanın hiçbir ülkesine, hiçbir ligine benzemiyor. Hiçbir istatistikle, hiçbir tarih kitabıyla, hiçbir sosyal araştırmayla anlatılacak gibi değil. Bu ülkede sporla ilgilendiğini söyleyen her on insandan dokuzu, gönlünü bu dört kulüpten birine kaptırmış.
Kulüpleri cezalandırmak, şikenin sorumlularını, bu ahlâksızlığa tenezzül ve tevessül edenleri cezalandırmak anlamına gelmeyecek. Bu oyunu masum bir aşkla seven, sevdasından ve saflığından asla şüphe etmeyeceğim milyonlarca taraftar da boynu bükük kalacak. Kanundaki cezalara ilaveten, sporumuzu biçimleyen yönetmeliklerin de bizi bu çamura bulaştıran haysiyet özürlü kişileri bir daha hiçbir statta, salonda, pistte, tesiste görülmeyecek şekilde dünyamızdan uzaklaştırmasını istiyorum.
Ama... Gerçek suçluların değil, kurumların cezalandırılmasının hepimize, başta da iyi olanaklarla spor yapmayı hak eden ve bekleyen gençlerimize çok şey kaybettireceğine, onları spordan soğutacağına inanıyorum. Yüz yıllık kulüpleri yönetsin diye seçtiğimiz adamları yeterince denetleyemiyoruz. Ne yazık ki, onları kral ilan edip, peşlerine takılıveriyoruz. Oysa bu kulüpler bizim. Şimdi bunu anlamanın ve yanlışları düzeltmenin zamanı.
Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor... Onlar sadece birer takım değil, birer kulüp değil. Onlar biziz. Gücünü kötüye kullanan birkaç kötü karakter yüzünden neden kendimizi cezalandıralım?
Yazının başında “..iki hedefim vardı” demiştim. Diğeri de Türk sporunun bir fotoğrafını çekmekti. Saydığım dört kulüpten üçü, ligimizin başladığı 1959’dan beri hep rekabetin içinde, zirvesinde. Trabzonspor onlara 1974’te katıldı. İçlerinden biri ya da ikisi bazı yıllarda düşme hattına indi. Zor günlerden geçti. Hiç düştü mü? Hayır. Belki de düşmeyi hak ettiği halde, hatır şikeleriyle, yüksek makamlardan gelen telefonlarla, rica-minnetle kurtarıldı. Elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin: 52 şampiyonluktan 51’ini almış bu “büyük” takımların her maçının temiz olduğunu söyleyebilir misiniz? Ne yapacağız öyleyse, hepsini düşürecek miyiz?
Demem o ki; “Dörtler” uzun yıllardır korunuyor zaten... Futbolumuzda “defacto” durum bu. Hepimiz biliyoruz, görmezden geliyoruz. Öyleyse şimdi uygulamayı legal hale getirelim. Ama arınalım. Aramızdan çürükleri ayıklayalım, onları ilan edelim, ayıplarını yüzlerine vuralım, cezalandıralım ve bir daha protokol tribünlerinden içeri sokmayalım.
Neticede, bu bir öneridir. Dikkate alınır-alınmaz, saygı duyulur-duyulmaz. Buna spor kamuoyu karar versin. Ben yıllar sonra çok pişman olacağımız bazı kararlar alınmasından endişe eden bir emektar gazeteci olarak, aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak istemiştim sadece...
Gerektikçe devam ederiz. Şimdilik nokta!

Haberin Devamı

Tayfur Hoca, Giunti’sini buldu

Haberin Devamı

Carvalhal’ın göreve getirilmesinde “ince bir operasyon” kaygısına kapılanlar, zamanla rahatladı. Portekizli hoca, Havutçu’nun tutukluluk süresince “emanet”i soylu bir duruşla, başarıyla taşıdı. Havutçu’ya saygı ve özen gösterdi. Yaptığı işlere bakınca, en önemli özelliğinin “hatadan dönmek” olduğunu söyleyebiliriz. Guti’nin gidişinde, Hilbert ve Ernst’in takıma dönüşünde, Fernandes’in yeniden kazanılmasında hem disiplininden ödün vermedi, hem de pozitif sonuçlar elde etti.
Bu durum bana Giunti’yi anımsattı. 100. Yıl şampiyonluğunda biliyorsunuz, Tayfur - Giunti ikilisini geçemeyen hiçbir takım Beşiktaş’ı yenemezdi. Ligin gelmiş geçmiş en iyi ön liberolarıydı onlar! Aralarında müthiş bir empati, anlayış beraberliği ve uyum vardı.
Şimdi BJK yönetiminin aldığı kararla Havutçu - Carvalhal (Futbol Genel Direktörü- Teknik Direktör) ikilisi yola devam edecek. Tayfur Hoca, teknik direktörlük kariyerinde aradığı “Giunti”yi buldu bana göre... Bu güzel beraberlik bize çok şey vaad ediyor. Başarılar diliyorum.

Haberin Devamı

İzmir’den hukuk dersi

Sayın Mehmet Ali Aydınlar’ın başkanlığa seçilmesiyle sonuçlanan 29 Haziran 2011 tarihli TFF genel kurulunda, kaşla göz arasında bir hukuk cinayeti işlendi, kimse farkına varamadı. Hep birlikte uyuduk.
TFF’nin uzman (!) hukukçularından biri tarafından pişirilip kotarılan karara göre, futbolcuların kulüpleriyle parasal sorunlardan kaynaklanan uyuşmazlıklar, UÇK (Uyuşmazlık Çözüm Kurulu) yerine, taraflardan biri gerekli gördüğü takdirde genel yargı yoluyla çözümlenebilecekti.
Dedik ya, kaşla göz arasında ana statüde ufak bir değişiklik yaparak bu işi hallediverdiler. Oysa bu, TFF’nin kendi erkinden vazgeçmesi, özerklik felsefesine ters bir karardı. Olsun, kulüp yöneticilerinin istediği gibi iş, yıllar sürecek genel yargılamaya bırakıldı.
Görüyorsunuz, başta Ankaragücü, bir çok kulüpte futbolcular zamanında ücretleri ödenmediği için sözleşmelerini tek taraflı feshedip serbest kalıyorlar. Alacaklarını tahsil etmeleri uzun yargı sürecine takılıyor.
Ama geçen hafta İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi, Bilal Kısa’nın Karşıyaka kulübüne açtığı davada “ Bu sorun UÇK tarafından çözümlenmelidir” diyerek “görevsizlik kararı” aldı. Gerekçeli kararın açıklanması bekleniyor. Sonuç, hukuk eliyle TFF’na özerkliğine sahip çıkması için bir uyarıdır bence. Umarım, ana statüdeki bu yapboz oyununu Sayın Başkan kısa zamanda düzeltir.