Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

En basit pazarlama yöntemlerinden biridir: “-Ürünü satamıyorsan, adını değiştir!”
Bizde de öyle oldu. Türk Futbolu 3 Temmuz sürecinde değer ve itibar kaybetti. Tutuklamalar, iddianameler, iddialar, herkesin nalıncı keseriyle kendine yonttuğu sonu gelmez tartışmalar, hem malı, hem de pazarı mahvetti.
Adil ve dürüst oyun kaygısı yerini post kurtarma kavgasına bıraktı.
Antrenörlere, futbolculara, futbolun kanaat önderlerine sormadan, oldu bittiye getirerek inanılmaz bir acelecilikle sezonu önce sıkıştırdılar, sonra da harika (!) bir icatla play off organizasyonu ile uzattılar.
Elbette bu kararların temelinde yatan ekonomik ve endüstriyel kaygılar vardı. Herkes futbola yaptığı yatırımın karşılığını almak istiyordu.
Ama olmadı.
Play off balonu, normal sezon bitmeden patladı.
Lider Galatasaray’la takipçileri arasında öylesine büyük puan farkı oluştu ki, ikiye de bölseniz, yarımları bütüne tamamlayarak kredi de açsanız, lig usulü dörtlü turnuva, heyecanını, tadını ve kıvamını kaybetti.
Şimdi adını yenilediler play off’un...
Süper Lig, Süper Final ile sonlanacak.
Hayırlı, uğurlu olsun. Belki yeni adıyla herkes aradığını bulabilir futbolun bu son pazarında...
Futbolumuzun gelişmesini, adı ne olursa olsun ligimizin büyümesini kim istemez ! Üreten (oynayan ve oynattıran), pazarlayan, tüketen (seyreden ve izleyen) herkesin kazandığı bir oyun, herkesi eğlendirir. Herkese ekmek yedirir.
Ne var ki sofrayı da ona göre kurmalı!
Sofraya ellerini yıkayarak, efendi gibi tertemiz oturmalı... Aşçının hünerine, garsonun servis kalitesine güvenmeli, inanmalı...
Sofra adabına da herkes uymalı.
Birbirine saygı duymalı!
Şimdi duruma böyle bakınca, bu sofranın güzelliğinden söz edebilir miyiz?
Hayır, yalan da olsa böyle bir şey söyleyemeyiz!
Tuğrul Akşar dostum, geçen gün Dünya gazetesinde bir inceleme yazısı yayınladı. UEFA Şampiyonlar Ligi’nin 20 yıllık gelişimini gözler önüne serdi.
Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, 1955’den beri oynanıyordu. 1992’de UEFA’nın akil adamları, spor ve ekonomi uzmanlarıyla, pazarlama ustalarıyla konuştuktan sonra organizasyonun adını ve formatını değiştirdiler.
UEFA Champions League (UEFA Şampiyonlar Ligi) markasını tescil ettirdiler. Avrupa futbolunun şampiyonları, en iyi stadlarda, en iyi hakemlerin yönetiminde en yüksek standartlarla mücadele edecekti. Sert ve katı kurallar koydular. Sponsorlar ve yayıncı kuruluşlarla uzun süreli anlaşmalar yaptılar. Dahası, en başta yayın gelirini, sonra da sponsorlardan ve reklamlardan gelen paraları kulüplere dağıttılar. Böylece kulüplere dağıtılan toplam pay, 20 yılda 38 milyon Euro’dan 750 milyon Euro’ya yükseldi. 1997’de yapılan değişiklikle, ülke puan sıralamasına göre ikinciler, üçüncülerin ve dördüncülerin de katılabildiği, Dünya futbolunun en seçkin takımlarının katıldığı muhteşem bir gösteriye dönüştü Şampiyonlar Ligi...
Sadece parasal değil, teknik analizlere bakıldığında da Şampiyonlar Ligi’nin, Avrupa’nın 5 büyük endüstriyel liginden ( Premiership, La Liga, Serie A, Bundesliga ve Ligue 1) daha parlak istatistiklerle göz kamaştırdığı anlaşıldı. 2009 Şampiyonlar Ligi (Barcelona 2 Manchester United 0) finali, Amerikan NFL’in Rose Bowl final rekorunu kırarak tüm dünyada yüz milyonlarca futbolsever tarafından izlendi, hayal edilemeyecek reyting rakamlarına yükseldi.
Ekonomistlerin gözünü fal taşı gibi açan bu büyük patlamanın sırrı ne peki ?
Onu da UEFA Başkanı Platini açıklıyor: “Sıfır tolerans!”
Sözü uzatmanın gereği yok.
Evet, futbolu seviyoruz. Hepimiz bu oyuna aşığız. Mutlu olmak istiyorsak, birbirimize ve evrensel değerlere saygı göstermeli, futbolu hasta yatağından kurtarmalıyız!

Haberin Devamı

Önce vicdan, sonra yara bandı
Amerikan Kolej Basketbol Ligi, NCAA’de Southern Missisipi Üniversitesi ile Kansas State karşı karşıya geldi. Kansas State’in Porto Rikolu oyuncusu Angel Rodriguez, faul atışı yapacaktı. Boyalı alana geldiğinde Southern Missisipi öğrencilerinden oluşan bando, taraftar korosu eşliğinde “Where is your gren card ? ” diye uyduruk bir marş çaldı. Bu rakip oyuncuyu aşağılayan ırkçı bir saldırıydı.
Maçtan sonra SMU Başkanı Martha Saunders, rakip takımı otelde ziyaret ederek öğrenciden ve takım arkadaşlarından özür diledi. Çirkin saldırının sorumlularını bulup cezalandırma sözü verdi.
Irkçı şarkıyı çalıp söyleten bandodaki 5 öğrencinin bursu iptal edildi. Ayrıca kültür farklılıklarına karşı saygılı ve anlayışlı davranmayı öğreninceye kadar her hafta 2 saatlik zorunlu ders almalarına karar verildi.
Peki biz ne yaptık?
Saraçoğlu Stadı’nda Fatih Terim’e atılan madde ile yarayı kapattığı küçücük bandı polemik konusu yaptık. Hasan Şaş’ın kasten alnına kan sürdüğünü ileri sürdük. Yara bantlarından maç başlıkları ürettik. Başkan ve yöneticilerin karşılıklı laf çakmalarına tanık olduk.
Ama o maddeleri atanın ya da attıranların kamera görüntüleri ortaya çıkmadı. Onlara bir müeyyide uygulanmadı.
Kimse bu olayı üstüne alınmadı!

Haberin Devamı

Şampiyonlar Ligi ve Süper Final

Voleyboldan futbola bakmak
Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı muhteşem bir final maçı ile Avrupa Şampiyonu oldu. Şimdi kızlarımızı tek tek kutlarken, alkışların büyük bir bölümünü de Erol Ünal Karabıyık’a ayırmalıyız. Voleybol Federasyonu Başkanı (tek kelime volley başkan), yabancı oyuncu kontenjanını 2+1’e dönüştürünce en başta Fenerbahçeli dostlar (bu arada sayın Mehmet Ali Aydınlar) itiraz etmişti. Federasyon kurullarında yapay sorunlar çıkarıldı, kıyamet koptu. Ama başarı ortada. Fenerbahçe Avrupa Şampiyonlar Şampiyonu... Galatasaray da kupa finali oynadı.
Demek ki neymiş? Karabıyık doğru bir yol izlemiş. AB üyesi İsveç’te voleybolun başına seçilen Saffet Eraybar da aynı yolu deneyeceğine göre şimdi hep birlikte susalım ve voleybol penceresinden biraz da futbola bakalım.
Hepimizi mutlu eden olayda son noktayı polis copu ve biber gazı koydu. Yazık...
Bayramlarımızı bile kavgaya dönüştürüyoruz, ayıp!