Kasım 2005’ten başlayalım... Tekrarlanmasını asla dilemediğimiz “stratejik” Konrad toplantısını o düzenlemişti. İsviçre karşısında Milli Takım’ın uğradığı play off yenilgisinin yaralarını sarmak için hamle üstünlüğünü ele geçirmek, rövanşı yakın çevresinin telkin ettiği biçimde güvence altına almak istiyordu.
Biliyorsunuz havaalanında uçak körüğünde yapılan gürültülü karşılamaları...
Rakip (konuk) takımın kent içindeki en yoğun güzergahtan geçirilmesini, otobüsün seçilmiş “özel vatandaşlar” tarafından çok özel maddelerin hedefi olarak seçilmesini herhalde hatırlıyorsunuz.
Kadıköy’deki rövanşın soyunma odası koridorlarında yaşananlar da hiç hesaplanmamış, tasarlanmamış başka bir rezaletti... Unutmak istediğimiz, asla unutamadığımız.
O lanetli gecenin sabahında “kargalar kahvaltısını yapmadan” Sepp Blatter’in, FIFA Başkanı’nın yani, öfkeli ve ceberut sesi yükseliyordu ekranlarda : “Yaşananlar bir rezalettir, asla kabul edilemez..Türkiye’yi gerekirse FIFA’dan ihraç eder, gelecek Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası elemelerinin dışında bırakabiliriz. Kimse merak etmesin, en ağır ceza verilecektir. Bu konuda kararlılığımızı şimdiden ilan ediyorum!”
FIFA Başkanı sevimli bir spor adamı değildi. Hakkında bir yığın iddia ile sportif kariyeri gölgelenmişti. Ama bir İsviçreli olduğunu da unutturmadan, ayıbımızı yüzümüze vuruverdi. Belki de kendi kişisel prestijini kurtarmak için beklediği fırsatı bulmuş, Türkiye’ye yükleniyordu.
O günlerde yaşadığımız öfkeyi ve kime saldıracağımızı bilememenin şaşkınlığını atlatmak pek kolay olmadı.
En çok da Konrad’daki stratejik toplantıya başkanlık eden adam üzülmüştü belki. İşin oralara varacağını düşünememişti, sonrasını kontrol edememişti. Cezaların ardından Bıçakcı federasyonu istifa etmişti.
“Uygun adam, uygun aday”
Konrad toplantısını düzenleyen adam Hasan Doğan’dı. Federasyon Başkanvekili idi. Yaşadıklarından ders çıkararak sustu. Yaptığı durum değerlendirmesinden sonra anlaşılan o ki kendine yeni bir yol çizdi. Bir daha asla böyle yanlışlara yönelmeyecek, her adımı düşünerek, tartarak, yaşadıklarının ışığında hesaplayarak atacaktı.
Siyaset rüzgârları, inanılmaz bir rövanş tutkusuyla futbolun harmanını yeniden savurdular... Haluk Ulusoy ve ekibini uçurdular.
Siyaset, bu işlere hevesi kalmayan adamı, Hasan Doğan’ı TFF Başkanlığı için “uygun adam, uygun aday” olarak belirledi. Şenes Erzik’in asla anlaşılamayacak olan kararsızlığı, tavırsızlığı, Abdullah Kiğılı’nın herkesin gönlündeki seçkin aday elbisesini bir türlü giymemesi böyle bir sonuç doğurdu.
Siyasetin iradesi ile kulüplerin ittifakı Hasan Doğan’ı futbolun başına getirdi.
Emireri olmadı!
...Ve işte “hayret” süreci o zaman başladı.
Siyaset rüzgârıyla gelen adam, sportif kaygıların dışında hiçbir ihtiras taşımıyordu... Siyasetin emireri olacağı beklentilerini bir anda bitirdi. Siyaseti bir silah, bir güç kaynağı olarak kullanmaya asla tenezzül etmedi.
Herkese, her kuruma, her kulübe eşit mesafeden yakınlık ve anlayış gösterdi. Sporun kurallarından, ilkelerinden geri adım atmadı. Gündelik popülist söylemlerin dışında çözüm için gerçekçi analizler yaptı, projeler hazırlamaya başladı. Sakin ve kararlı tutumuyla bir çok sorunu daha başlarken çözümleyip bitirdi.
Hasan Doğan, soğukkanlı, akıllı, uygar, ölçülü, ılımlı, akıllı, sabırlı ve sorumlu tavrıyla örneği çok az bulunabilecek bir lider kimliği sergiliyordu.
Siyasetin onaylamadığımız müdahalesi, spora özlenen bir lider mi kazandırıyordu ?
Evet, galiba öyle oluyordu.
Euro 2008’in protokol tribününde Başkan ve eşi, Türkiye’nin gol sevinciyle ayağa fırladıkları zaman insanlık heyecanını örneklediler. Protokol tribünlerinin buz gibi soğuk ve formal havasını bir anda ısıtıverdiler.
İsviçre, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan maçlarındaki olağanüstü başarılardan sonra FIFA Başkanı Sepp Blatter konuşuyordu :
“- Türkiye turnuvaya büyük bir heyecan kattı. Oyuncularınızın olağanüstü performansı, attıkları goller ve takımınızın bugün elde ettiği yarı finale yükselme başarısı hepimizi mutlu etti. Hepimiz Türkiye’ye teşekkür borçluyuz!”
İşte o an, Hasan Doğan’a minnet duydum. Yaşadığım coğrafyanın bir insanı olarak rezalet sonrası kırılan gururumun iade edildiğini hissettim.
Sepp Blatter değişmişti...
Daha doğrusu Hasan Doğan’la Türkiye değişmiş, Blatter’i de değiştirmişti!
Belki Avrupa Şampiyonluğu kadar önemli bir başarıydı bu.
Ve ben sık sık soruyordum şu soruyu :
“- Günün birinde Sarkozy’yi de değiştirecek bir lider çıkar mı bu ülkeden?”
Kimbilir, belki de adını bile bilmediğimiz bir ana o aslanı çoktan doğurmuş, yarınlara büyütüyordu!
Haydi, bulun bakalım!
Hasan Doğan’ın hepimize zamansız gelen ölümü, şimdi boş bir koltuğu miras olarak koydu önümüze ?
Türkiye, en geç üç ay içinde Futbol Federasyonu Başkanı’nı seçip koltuğu doldurmak zorunda.
Cenazeden hemen sonra kulislerin başlaması gayet doğal...
İki Başkanvekili Lutfi Arıboğan’la Mahmut Özgener, akla gelen ilk adaylar.
Doğrusu, ikisine de saygı duyarım. İyiniyetli, dürüst, samimi ve sorumluluk sahibi enerjik spor adamlarıdır.
İkinci adam olarak en iyi örnek, onlardır.
Ama ben, İnönü’den sonra en az birinci kadar birinci olabilen ikinci adam göremedim pek. Arıboğan’la Özgener beni yanıltırlar mı bilmem. Onların kaybolmasından endişe ederim.
Herkesin kolay ezberi Şenes Erzik, bu ülkenin kendisine en çok ihtiyaç duyduğu dönemde niyetsiz ve isteksiz davrandı. Aynı önerilere aynen eskisi gibi nazlanacağını ve aşık usandıracağını düşünüyorum.
Haluk Ulusoy’un da şimdi bir “karşı rövanş” stratejisi uygulaması kimseyi şaşırtmamalı... Kazanır ya da kaybeder... Aday olması doğaldır.
Kulislerde Melih Gökçek adı dolaşıyor...
Hasan Doğan’dan sonra onu konuşmak, Hasan Doğan’ı hiç anlamamak demektir.
Merhum ne kadar barışçı ise, Melih Bey o kadar kavgacıdır. Sürekli çatışma ve tartışma ile, ele alınmaz bir keskin bıçak gibidir. İnsanlarla alay etmek dahil pek çok antisportif özelliği var. Futbolumuzun böyle bir lidere de ihtiyacı yok!
Sevgili dostum Ayhan Bermek’e yine aday olup olmayacağını sordum.
Ölü ıskatçısı olmayacağını ifade etti. Hem de ağlarken, bütün samimiyetiyle yani. Hasan Doğan’a duyduğu saygının gereği olarak.
Bermek bir de anısını anlattı : “Bu adamı (Hasan Doğan) listene aldığın için sana değil, hiç sevmediğim Ulusoy’a oy vereceğim!” demişti bir kulüp başkanı 2006’da. O bunları anlatırken, “kulüp başkanı” Doğan için elbette hak ettiği - güzel şeyler söylüyordu.
Şimdiii...
Geldik zurnanın zırt dediği yere:
“Yeni başkan kim olacak ?”
Kimseyi önermem... Kulüpler Birliği, TFF’nin saygıdeğer delegeleri, siyaset zoruyla sağladıkları konsensusu şimdi yeniden yakalasınlar.
Kişisel ihtiraslarını, kaprislerini bir kenara koysunlar ve bize yeni bir Hasan Doğan bulsunlar...
Zor ama, arasınlar!
İbo’lar tükenirkenBeşiktaş Menajeri Sinan Engin, Avusturya kampındaki terlik kavgasından sonra elde kalan son İbrahimler’i de ( Üzülmez’le Toraman) bir kalemde silip attı.
Ayrı ayrı uçaklarla memlekete iade etti kaptanları.
Çok karmaşık bir durum var ortada..
Birincisi, arkadaş kavgasının böylesine ısrarla tekrarlanarak sürdürülmesi.
İkincisi, barışla ya da cezayla önlem almak, kavgayı sonlandırmak varken, iki futbolcunun da gözden çıkarılıp atılıvermesi.
Sanki yönetimin de geçinmeye gönlü yokmuş, fırsat kolluyormuş gibi bir görüntü.
Beşiktaş zaten öteki büyükler kadar parlak transfer yapamıyor.Bari eldekilere sahip çıksın. Ama yok... Her yıl yönetim tarafından seçilen kurbanlar birer birer gidiyor.
İki kaptanı savunmuyorum. Savunulacak ayıp değildir fiilleri.
Ama yönetimin de aklı tutulmuş sanki.
Madem geçinmeye gönlünüz yoktu, Haziran ayı boyunca menajerleriyle konuşup para kazanarak kotarsaydınız şu işi.
Bu kadar ucuz ve değersiz mi sizin kaptanlarınız ?
Bakalım bu akşam hangi kararı alacaksınız ?