Bir dünya, bir top... Zayton Cup’ın sloganı bu. Altını nasıl isterseniz öyle doldurun. Sezon başında fizik, teknik ve taktik kavramlarının iç içe girdiği turnuvaları çok önemsemiyorum ben... Kaldı ki gelecek yıl aynı takımların katılıp katılmayacağını da bilmiyoruz. Bir geleneği de oluşmuş değil.
Yumuşak ve yavaş bir hazırlık maçı izledik... Al Ahly de Mısır’da, Galatasaray kadar büyük ve önemli.
Bu tür maçlarda futbolcular genelde sert mücadelelere girmekten kaçınırlar. Ama aynı zamanda Rijkaard gibi yeni ve karizmatik bir hocaya da kendilerini kanıtlamak isterler.
Dün izlediğim Galatasaray, Rijkaard’ın geldiği günden beri anlatmaya çalıştığı iç-içe geçmiş bloklarıyla bol pasa dayalı oyun düzenini canlandırmaya çalıştı.
Zaman zaman anormal sayıda pas yaparak topa sahip oldular. Ne var ki bu paslaşma yoğunluğunun sonunda zekice tasarlanmış bir gol pozisyonu da izleyemedik.
Yaser’in rakibiyle girdiği sert mücadelede topu kazanarak ceza alanına girmesi, takımın bir penaltı kazandırdı. Galatasaray, Barış’ın ceza atışından başka gol, pozisyon ve hücum zenginliği sergileyemedi. Elbette bugünlerde fazlasını istemek ve beklemek sabırsızlık ve haksızlık olur. Hele Servet dışında ilk on birde yer bulması zor oyunculardan bunu talep etmek de o kadar kolay değil.
Uğur’un işbaşı yapmasına sevindim. Servet, milli takım için de güven veren bir dirilikte ve iştahtaydı, mutlu oldum. Emre Güngör de forma rekabetine kararlı bir şekilde gireceğini gösterdi, bu çok iyi!
Seyrettiğimiz takımın gerçek Galatasaray olmadığı ortada... Baros’lar, Keita’lar, Kewell’lar, ille de Arda yoksa, Ayhan, Mehmet Topal ve Leo Franco sahada değilse, ne Rijkaard ne de takım için bir yorum yapabiliriz...