Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Alex de Souza... 105 yıllık Fenerbahçe tarihinin şimdilik son kurbanı.
Tıpkı Ajda Pekkan’ın şarkısındaki gibi... Kimler geldi, kimler geçti hayatından.
Sırada kim bilir kimler olacak? Kurban sunağına kimlerin kellesi konacak?
Yaşadıkça göreceğiz.
Üzüleceğiz, göz yaşı dökeceğiz, özlemle anacağız ve tıpkı futbolcuların yaptığı gibi, önümüzdeki kurbanlara bakacağız.
Futbolda endüstriyelleşen, betonla, tesisle, bütçeyle, hisse senediyle, kombine satışları ve transfer harcamalarıyla devleşip sayıları baş tacı eden dijital kültürde Alex de Souza da en azından istatistiklerin taç giydirdiği bir kral olarak sık sık karşımıza çıkacak, tahtından asla inmeyecek, indirilmeyecektir.
344 maçta 172 gol... Kolay değil, oynadığı her iki maçın birinde ağları havalandıran oyuncuyu unutmak, balık hafızalı toplumumuzda bile mümkün değil.

Hiçbir şeyi unutmayacağız
Gol krallıklarını, asistlerini, frikiklerini, adam eksilterek attığı pasları da elbet hiç unutmayacağız.
Kendi adıma istatistiklerin ötesinde de belleğimde yer eden bir başka Alex var benim.
Sakin, ağır başlı, olabildiğince ölçülü davranan, saha içinde sadece işine bakan bir adam... Yediği onca tekmeye karşılık vermeyen, her şeye kızmayan, her şeye de gülmeyen bir Alex bu... 2006’daki Denizli şokunda şampiyonluğu kaybedip gözyaşlarına boğulan Fenerbahçeli futbolcular arasında Alex’in olmadığını da unutmuyorum. Bir ara duygusuzluk (apati) örneği olarak bakmıştım bu olaya... Ama iyi bir aile babası olduğunu, Fenerbahçe’yi ve Türkiye’yi sevdiğini de gösteriyordu. Futbolu seven herkesin gönlünde giderek genişleyen bir yer ediniyordu.
Zaman zaman huzurunun kaçtığını da gördük. Sözleşmesi yenileninceye kadar hep böyle oldu. Yeni imzalar attıkça eski Alex’e döndü, gollerini sıraladı.
3 Temmuz süreci, Alex de Souza’nın da sınavı oldu. Fenerbahçe futbol takımı çözülüp dağılırken, en iyi oyuncularını kaybedip zor yollara girerken Alex de Souza, UEFA’ya verilecek “Alacağım yoktur” yazılı belgeyi imzalamadı. Kaptanların basın toplantısına katılmadı.
İstatitiklerin taç giydirdiği Kral, iyi bir profesyoneldi. Hakkını ve hesabını çok iyi biliyordu. Hayatın topsuz alanında da kendine göre davranışları vardı. 3 Temmuz süreci, perde arkasındaki Alex’i görmemizi de sağladı. Kaptan’ın o süreçten yüzde yüz sadakat örneği vererek çıktığını da söyleyemeyiz.

Kocaman’ın kötü sınavı
Aykut Kocaman’la ilişkisine gelince... En kötü sınavını orada verdi işte. Kocaman’ın 35 yaşındaki yıldız futbolcusu için yaptığı değerlendirmeler, Alex’li ya da Alex’siz oynama denemeleri, herkesten ve her şeyden önce kendisine anlatıldığı halde, anlamaz göründü Alex. Teknik direktörünü ciddiye almadı. Dahası, ona hak ettiği saygıyı da göstermedi. Sanal ortamdaki “kıskançlık” tweeti, sonun başlangıcı oldu. Oyundan alınınca hocanın elini boş bırakıp yüzüne bile bakmaması... Kasımpaşa maçında kulübeye uğramadan tribüne çıkması, bardağı taşıran son damlalardı.
Bireysel başarının zaferleriyle taçlanan Alex’in en büyük yenilgisi de işte burada gerçekleşti.
Alex, egosuna egemen olamıyordu. Büyük şampiyonların ilk ve en büyük zaferlerini kendi egolarına karşı kazandıklarını, önce kendilerini yendiğini öğrenmemişti. O nedenle kontrol edemediği egoları ona para, şan, şöhret kazandırdı ama, en çok hak ettiği mutlu son fırsatını kaybettirdi.
Ayrılık elbette böyle olmamalıydı. Değişime karşı direnmemeli, çelebi bir tavırla değişim için katkı vermeliydi. Kendi egosunun yol açtığı sorunların yanında Aykut Kocaman gibi saygı duyulacak bir hocayla da çatışma yaratarak taraftar kitlesini ikiye böldü.
Alex’e elbette bir teşekkür borcumuz var. Saha içinde bize verdikleri için...
Sitemimizi de kabul etsin ama...
Teşekkür ve teessüflerimizle!

Haberin Devamı

Beşiktaş’ın gülen yüzü: Basketbol
Beşiktaş Basketbol Takımı, kulübün içinde bulunduğu zor koşullara inat, inanılmaz bir destan yazıyor. Geçen yıl Ergin Ataman yönetiminde 3 Kupa ile taçlanan başarısını bu yıl da Erman Kunter’in ekibi olarak tamamladılar, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandılar.
Büyük zaferden sonra kadronun neredeyse tümü dağılmıştı. Erman Kunter, Fransa’dan gelip cesaret ve sorumluluk duygusuyla görevi üstlendi.
Yepyeni bir kadro kurdu, o kadroyu erkenden sağlam bir takıma dönüştürdü. İlk sınavı da Anadolu Efes gibi büyük bir rakibi yenerek başarıyla geçtiler.
Erman Kunter’in aldığı her önemli karardan sonra, kendisine duyduğum saygı ikiye katlanıyor.
Çoğu basketbol yıldızının menacerlik, şube kaptanlığı gibi idari görevlere soyunup para kazandığı bir dönemde, Erman Kunter eşofman giyip salona inerek teknik görev üstlendi. Fransa’da bütçesiz şampiyonluklara imza attı. Beşiktaş’a çağırdılar, nazlanmadı. Hep zor işlere girip unutulmaz smaçlar attı.
Tebrikler Erman Hocam, darısı başına Samet Hocam!

Haberin Devamı

Radyosuz Süper Lig
Futbol Federasyonu, Süper Lig maçlarının radyodan naklen yayınında öyle bir şartname hazırladı ki, TRT ve spor radyoları tümüyle susmak zorunda kaldı.
Düşünün, takımınızın en önemli lig maçı oynanıyor ve siz karayolundasınız. Ya da işbaşındasınız, çalışıyorsunuz. Televizyon yayınını izleme olanağınız yok. Ama radyodan da dinlemeniz mümkün değil. TFF’nin 5 milyon dolardan kapı açtığı radyodan maç yayını ihalesi, ortada kalmış durumda. Çünkü saniye başına reklam fiyatı, maalesef neredeyse beşte birine düşmüş. Bu koşullarda hiçbir radyo futbol maçına giremez, dışarıda kalır.
Televizyondan maç yayını, ticari bir alış veriş olabilir. Bedelini ödeyip yayınlarlar, bedelini ödeyip seyredersiniz. Radyodan maç yayını ticari bir alış veriş değildir. Haber alma hakkının bir parçası olarak kabul edilmelidir.
Sözü uzatmayacağım. Başkan Yıldırım Demirören, TFF’nin radyolar için daha uygun yeni bir şartname hazırlaması için düğmeye basmalı... Hatta TRT’deki dostları, spor radyolarını yöneten arkadaşları çağırıp görüşlerini almalı. Futbol, bu kadar sağır bir ortamda kalmamalı!