Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bol skorlu maçlar. Sürpriz deplasman galibiyetleri... Başa güreşenlerle birlikte başaltında da ayağa kalkıp meydan okuyan takımlar.
Evet, Süper Lig’imiz bu yıl eşine ender rastlanan bir “heyecan” atmosferi yaratıyor. Bu heyecandan hepimiz pay alıyoruz, bazen öfkeyle... Bazen neşe ve keyifle izliyoruz maçları...
Skorların yanı sıra öylesine sıra dışı goller atılıyor ki, yıllar geçse unutulmaz.
Sow’un, Bekir’in röveşataları... Servet’in slalomu...
Gerçekten, futbolseveri tribünlere ve ekranlara çeken cazibeli bir ligimiz var.
Peki oynanan futbolun kalitesi de heyecan dozu kadar yüksek ve yoğun mu?
Bu soruya yanıt vermek o kadar kolay değil!
Ekonomik büyüklüğü ile Avrupa’nın 6. büyük ligi olarak markalaştırmaya çalıştığımız Süper Lig’in, 5 büyük endüstriyel lige (İngiltere, İspanya, Almanya, Fransa, İtalya) göre kat etmesi gereken çook uzun bir yol var daha... Her şeyden önce o liglerin milli takımları, Avrupa ve Dünya Kupaları’na sürekli olarak katılıyorlar. Hepsinin de müzesinde en az 1’er Dünya Kupası var. İngiltere dışında dördü Avrupa şampiyonluğu kazanmış. Beş büyük endüstriyel lig, UEFA Şampiyonlar Ligi’nde de şampiyonlar çıkarmış. UEFA’da da durum aynı...
Bizim ligimiz, sadece 1 kez UEFA Kupası kazanan takım çıkardı. Şampiyonlar Ligi’nde henüz çeyrek finalin ötesine geçmiş değiliz.
Ligimizi 5 büyük endüstriyel lig seviyesine yükseltemesek de en azından Portekiz düzeyinde uluslararası başarı standardına ulaştırmamız gerekir. Portekiz Ligi Benfica, Sporting, Porto’dan sonra Braga’yı da UEFA finali ve Şampiyonlar Ligi’ne taşımayı başardı.
TFF Başkanı Yıldırım Demirören, Brezilya’dan güzel haberler veriyor: Fenerbahçe ve Galatasaray’ın maçları tv’den canlı olarak yayınlanmış. Yavaş yavaş “tereciye tere satma” düzeyine gelmişiz. Süper Lig’in, Avrupa ülkelerinde de sürekli olarak yayınlanması için hem sahanın içini doldurmak, hem de uluslararası pazarda hamleler yapmak gerekli. Bu işin o kadar kolay olmadığını da biliyorum. Üç yıl içinde yabancı sayısının 5’e ineceğini söylüyor başkan... Bu doğru bir karar... Ancak böyle zorunlu bir sınırlama ile bu lig bu ülkenin yıldızlarını, yıldız adaylarını çıkarıp uluslar arası transfer pazarına girebilir.
Süper Lig’den endüstriyel liglere giden futbolcularımız, genellikle “yurt özlemi” ya da “uyumsuzluk” diye tanımlayabileceğimiz nedenlerle hayal kırıklığı yaşıyorlar. Geriye dönüp baktığımızda Tugay Kerimoğlu, Nihat Kahveci, Emre Belözoğlu ve Arda Turan’ın dışında başarılı bir yurtdışı kariyer öykümüz yok! En büyük yerli oyuncu kaynağı olarak en başta Almanya, yurtdışındaki liglerden yararlanıyoruz. Bu durum, Süper Lig’imizin üretkenliğini de sorgulamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Süper Lig, Türk Futbolu’nun maden ocağıdır. Bu ocağı en temiz şekilde işletmeli, en kaliteli üretim metotlarını denemeli, saha içinde oynanan futbolun kalitesiyle birlikte lig organizasyonumuzu da geliştirip büyütmeli ve marka değeri kazandırmalıyız.
Saha içinde koşmayı, duran toplarda duracağı yeri bilmeyen, topla oynamaya değil, topa vurmaya programlanmış oyuncularla heyecanlanabiliriz.
Canlanamayız!

Haberin Devamı

Radyoda futbol heyecanı

Haberin Devamı

Şikayette aceleci, teşekkürde ihmalciyiz. Lig maçlarının radyodan yayını konusunda ilgililerin ve yetkililerin dikkatini çekmek için bir iki yazı yazdım ama, yayınlar başlayınca uyudum. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’a, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a, TFF Başkanı Yıldırım Demirören’e TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’e teşekkür ediyorum.
Bu işin nasıl çözümlendiğine gelince... TFF biraz yumuşamış... Yayın hakları için 1 milyon dolara razı olmuş... TRT bütçesini zorlamış, ancak yarısını verebileceğini bildirmiş. Spor Bakanı Suat Kılıç devreye girmiş, “Radyolar yayınsız bırakılamaz. Seyir keyfi tek başına yeterli değil, radyo kültürünün de yaşaması gerekir” diyerek 500 bin doları bakanlık bütçesinden karşılayacaklarını söylemiş. TRT Spor’da çözüm için yoğun çaba sarfeden Ersin Küçükbarak’ı da kutluyorum.

Haberin Devamı

Futbolus polemikus
Futbol maçları doksan dakika... Hadi uzatmalar, devre arası filan en çok iki saatimizi alır bir maç...
Sonrası günlerce dırdır. İncir çekirdeğini doldurmayan tartışmalar polemikler.
Hemen her maçtan inanılmaz iddialar, komik yorumlar üretiyoruz. Bravo bize.
Geçen hafta Aykut Kocaman hocamız, gazeteci arkadaşlara kendisine rahatça soru sorabildikleri gibi, başka antrenörlere de soru sormalarını tavsiye etti. Alın size bir Fatih Terim göndermesi. İşte kocaman bir polemik malzemesi... Futbolumuza ne yararı var bunun, tartışılır. (Asıl tartışılması gereken de gazetecinin dramıdır ya,neyse!)
Polemik yaratma etkinliklerine Sanica Boru Elazığspor Teknik Direktörü Yılmaz Vural da katılmış. Diyor ki, “Penaltı atışı sırasında Melo’nun ileri çıkması kural hatasıdır. Hakem ona bir sarı kart göstermeli, ikinci sarıdan atmalıydı. Kural hatası nedeniyle TFF’ye başvurup maçın tekrarını isteyebiliriz!”
Hadi buradan yakın. Yılmaz Vural kuralları biliyor. Hakem hatası ile kural hatasının farkını da hepimizden iyi biliyor. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini bile bile laf olsun, torba dolsun, konuşuyor. Hoca, enerjisini lafa değil, topa vermeli... Elazığspor zor durumda ama, iyi niyetle mücadele ediyor. Kötü oynamıyorlar. Kurtulabilirler. Çünkü iyi bir hocaları var!

Kosova’ya saygı

Şebnem ve Murat Kosova, tanıdığım en fanatik spor tutkunlarıdır. Günün birinde Beşiktaş Kadın Basketbol Takımı’nın maçına gitmişler. Salondaki yoğun küfürlü tezahürattan sıkılıp çıkmışlar. Onları gördüğümde dokunsanız ağlayacaklardı. Aradan yıllar geçti. Küfür salvoları gelip Murat’a dayandı. Murat Kosova bu ülkenin en iyi, en coşkulu spor spikerlerinden biri... Görüntüye sadece sesini değil, ruhunu da katıyor. Ama bazılarına yetmiyor. Abuk karşılaştırmalarla “Bizim maçta coşmadın, öteki maçta bülbül kesildin” diyerek Murat’a yükleniyorlar. Ayıp ediyorlar. Utanmıyorlar.