Anlaşılan o ki, Euro 2008’e o ünlü “Türk’ün Türk’e propagandası” ezberleriyle girmişiz. Hem bireysel olarak, hem de toplam takım kalitesinde gerçekleri değil, gönlümüzdekileri paketleyip birbirimize sunmuşuz.
Grubun ilk maçında aynı paketi Portekiz’e ikram ettik, yemediler!
Günlerden (hatta aylardan) beri ezberlediğimiz savunma zaaflarına sıra gelmeden, aklımızda (ya da hayalimizde) kurguladığımız oyunu bir türlü kuramadık, oynayamadık.
Laf aramızda Portekiz de Ronaldo’su dahil, abarttığımız kadar büyük bir takım değildi dün... Kaybettiğimiz toplarla buluşup çabucak pozisyonlara girdiler. Bedavadan iki golle keyiflendiler.
Adını Fatih Hocam koysun, ne derse desin... 4-1-4-1 mi, 4-3-3 mü , artık her neyse... Bu sistem iş yapmadı. Orta alanda Emre’den beklediğimiz yaratıcı liderliği göremedik. Eh işte, biraz Hamit, Kazım, çokça da Aurelio... Onlara teşekkür ederiz ama, yetmediler. Tuncay’ın sakatlık sonrası maça zoraki yetiştirildiği çabucak anlaşıldı. Ayağında top tutamadı, ofsayt tuzaklarından kurtulamadı. Nerede o fuleli muhteşem koşular ? Boşuna bekledik, göremedik. Nihat ve Mevlüt de bekledikleri toplarla beslenemediler.
Türkiye’nin temel sorunu top kaybı... Ayağında top tutacak adamlar var bu kadroda... Gökdeniz ve Arda mesela... Ama onları da kulübede tuttu Fatih Hoca... Elbet bir bildiği vardır. Bizim de gördüğümüz var, anlaşamıyoruz!
Kullandığımız beş korner ve öteki duran topların çoğunu tek adrese gönderdik: Portekiz kalecisi Ricardo’ya! O da armut gibi topladı.
Yola çıkarken Türkiye’de bırakılanlar, sonra kamptan gönderilenler gelmiyor mu aklınıza ?
Benim aklıma geliyor.