Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Euro 2008’in önceki şampiyonalarla sayısal karşılaştırmasını istatistik uzmanı arkadaşlara bırakıyorum. İstatistiklerin ötesinde ben bu şampiyonadan çok memnunum. Gerçi katıldığımız her şampiyonada kendi içimizde gereksiz sorunlar yaratarak negatif enerji üretmekte ve işi sıkıntıya sokmakta eşsiz maharetler (!) sergiliyoruz... Ama olsun, buna rağmen pozitif enerjimiz fazlalık verdi... Üstelik bu enerji sadece bize değil, dünyaya da yansıdı.
Önce genel bir değerlendirme yapalım, haritaya bakalım.
Avrupa Şampiyonası finallerine iki ev sahibi ile birlikte 16 ülke katıldı.
Bunların 9’u Orta  Kuzey Avrupa biçiminde gruplandırabileceğimiz soğuk ülke temsilcileriydi: Almanya, Hollanda, Rusya, Çek Cumhuriyeti, İsviçre, Avusturya, Polonya, İsveç ve Romanya.
Akdeniz Atlas Okyanusu kıyısında yer alan sıcak ülkelerin sayısı ise 7 idi:
İtalya, İspanya, Fransa, Türkiye, Yunanistan, Hırvatistan, Portekiz.
Grup maçları tamamlanıp çeyrek finale baktığımız zaman ilk turdaki çoğunluk tablosu değişiverdi... Soğuk ülkeler, çeyrek finale ancak 3 takım çıkarabilmişti (Almanya, Hollanda, Rusya)... Çeyrek finalin beş takımı ise sıcak ülkelerden geliyordu (İspanya, İtalya, Portekiz, Türkiye, Hırvatistan).
Sıcak ülkeler, kuzeydekilere oranla daha duygusal, daha yaratıcı, daha heyecanlı, daha değişken ve daha dinamiktiler... Kuzeydekiler ise daha akılcı, daha soğukkanlı, yerleşmiş ilkeleriyle daha gelenekçi, değişkenliğe karşı devamlılıkları baskın çıkan, görece statik ülkelerdi.
Çeyrek finallerdeki beşe üç çoğunluk, futbolda unuttuğumuz değerleri öne çıkardı... Kuzeylilerin stratejik planlamalar, uzun vadeli sağlam yatırımlar, iyi hesaplanıp kotarılmış oyun anlayışlarına karşılık güneyliler müthiş bir coşku ile oyuna kaybettiği çocuksu masumiyeti katıyorlardı... Hollanda ve Almanya’nın kahramanlıkları unutturan sistematik takım oyununa karşılık güneyin sıcak takımları, hemen her maçta en az birer kahraman çıkardı.
Türkiye, işte tam da bu noktada güçlünün zayıfı ezdiği, hiç hayat hakkı ve şansı tanımadığı global trendlere kafa tutarak kendinden beklenmeyenleri başardı. Arda’ların, Nihat’ların, Semih’lerin ille de Hamit’lerin her maçta başka bir başarı ve kahramanlık öyküsü yazdığı, Avrupalının çoktan unuttuğu oyunları seyrettik. Beklenmeyen başarı, beklenmeyenin de ötesinde mucize koşullarda sergileniyordu.
Hayret ve hayranlık uyandıran bu öykülere mucize denebilir belki... Ama hiç kimse de şuna itiraz etmesin: Türkiye, oyunu müthiş bir isyan enerjisiyle, akıl almaz bir özgüvenle, hesaplanamaz, tahmin edilemez becerilerle oynadı. Korkunç bir itiraz anlayışı ve duruma muhalif bir ayaklanma ile kaderine sahip çıktı...
Futbol oyununa asla kaybetmemesi gereken masumiyeti işade etti. Futbolun ruhundaki ölümsüzlüğü kanıtladı.
Hesap  hendese, bilim teknik gibi gerçeklikleri reddetmeden, ama onların yanına insani değerleri, onuru, inancı, dayanışma duygusunu ve takım aidiyetini, egolarını da aşarak koyan futbolcuların iadesini de taşıyarak farklı bir güzellik ve zenginlik sundu.
Tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi futbolda da tüm dünyaya anlamlı bir örnek oluşturdu.
Bu nedenle Teknik Direktör Fatih Terim ve futbolcuları, teşekkürü ve alkışı hak ediyorlar.
Yanlışlarını, asla onaylamadığımız bireysel takıntılarını ve çirkin davranışlarını elbette eleştirmeye devam edeceğiz. Ama şimdilik şu alkış borcumuzu ödemeliyiz.
Yarı final eşleşmeleri de bir anlamda doğu  batı farklılıklarını taşıdı santraya...
Türkiye ve Rusya Doğu Avrupa’yı, İspanya ve Almanya da Batı’yı temsil ediyorlar. Ya da futbolunu geliştirmeye çalışan doğulularla, endüstriyel futbol zirvelerinde dolaşan batılılar...
Elbette yarı final aşamasında neyin nasıl sonuçlanacağı hiç belli olmaz. İki endüstri devi de buluşabilir finalde, iki doğulu da!
Kendi hesabıma ülkem için en iyisi neyse onu diliyorum. Önce final, sonra da şampiyonluk...
Fazla bir şey istemediğimin de farkındayım...
Futbola kattığımız değerlerle herhalde son şampiyon komşudan daha fazlasını hak ediyoruz.
İtiraz eden var mı ?

Haberin Devamı

Türkiye - Almanya 
Yarı final maçını büyük bir keyif ve heyecanla bekliyorum...
Hayır ne mucize istiyorum, ne de Basel’e yolun sonu olarak bakıyorum.
Hak ettiğimiz bir yarı final maçını oynayacağız.
Aynı inanç, aynı enerji ve değişik bir onbirle.
Ruhumuz değişmeyecek, bunu biliyorum.
Sonuç ne olursa olsun bu maçtan gurur duyuyorum.

Haberin Devamı

Teşekkürler Samet
Arthur Zico, omuzlarda geldiği ülkemizi yapayalnız terk etti. Fenerbahçe’den ayrılmasına alışmıştık... Aziz Yıldırım’ın soğuk ve dışlayıcı tavrı onu aramızda görme isteğimizi sonlandırdı. Elbette Fenerbahçe Başkanı bilir ne yapacağını...
Zico’ya mutluluk ve başarı diliyoruz.
Ayrılmasından çok havaalanındaki uğurlanış biçimi üzdü bizi.
Fenerbahçe Spor Kulübü bırakın bir veda yemeğini, hatıra plaketini, bir temsilcisini bile göndermemişti havaalanına.
Sadece tercümanı Samet Güzel vardı uğurlamada...
Samet Güzel adına da üzüldüm... Gerçekten güzel bir adamdı. Bilmiyorum, Brezilyalı futbolculara tercümanlık mı yapar, yoksa Fenerbahçe’den ayrılıp hayatın futbol dışındaki kulvarlarına mı yönelir? Ama bildiğim bir şey var: Görevini güvenli bir ciddiyetle, cana yakın, iyiniyetli bir anlayışla, işine zeka ve ifade güzelliği katarak yaptı.
Bu güzel adama teşekkür etmek istiyorum.
Volkan Ballı neredeydi acaba o gün ?
Başkan’ın talimatıyla mı ilgilenmemişti Zico ile, yoksa başka bir nedeni mi vardı? Bilemiyorum.

Haberin Devamı

Biz olsak ne yapardık ?
Şu unutulmaz Hırvatistan maçının ekranda görünenlerin ötesindeki son sahnesi nasıldı?
Soyunma odasında ağır aksak yürüyüşe uygun krampon takırtıları...
Bizimkilerin coşku dolu, sevinç çığlıklarıyla sarsılan soyunma odası.
O ağır aksak yürüyen adamlar, yaşlı gözlerle, tarifsiz kederlerle çalıyor kapıyı...
Çoğunun üstü çıplak...
Dokunsanız yeniden ağlayacaklar belki...
Pletikosa, Srnai, Klasniç, Modric ve diğerleri...
Ellerini uzatıyorlar bizimkilere.... Tek tek kutluyorlar Arda’yı, Tuncay’ı, Hamit’i, Semih’i ve Rüştü’yü...
Odada oluşan sessizlik neyin nesi acaba ?
Şaşkınlığın mı ? Yoksa rakibe duyulan saygının mı ?
Hadi bir soru da benden:
Ya kaybeden bizimkiler olsaydı?