Bu bahar başka bahar! Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom ve Fenerbahçe Acıbadem, Avrupa Şampiyonlar Ligi Bayanlar dörtlü finalinde şampiyonluk ve üçüncülükle onurlandırdılar ülkemizi... Şöyle geriye bakıyorum da hayalini bile kuramadığımız büyük başarılar artık yaşadığımız gerçeklere dönüşmüş...
Çook eski yıllarda voleybol Sovyetler Birliği ile Doğu Bloku ülkelerinin, eh birazcık da İtalya ve Almanya’nın egemenliği altındaydı... Bu ezici egemenliğin dışında kalanlar, Batı Avrupa ülkelerinde “Bahar Kupası” adıyla bir tür teselli turnuvası düzenler, bizler de orada sağlanmış başarılarla (!) avunurduk.
Aradan yıllar geçti, mevsimler değişti... Dedik ya, bu bahar başka bahar!
Baharı güzelleştiren, gurur ve ümit çiçekleriyle hayatımızı renklendiren başarı, asla rastlantı değil... Her biri sabır ve ısrarın, adanmışlığın, dürüstçe oluşturulmuş adil bir rekabet ortamının ve sağlam projelerin ürünü...
Örneğin şu yabancı oyuncu meselesi...
Türkiye Voleybol Federasyonu Başkanı Erol Ünal Karabıyık, geçen yıl 3+1 olan kontenjanı bu yıl 3’e indirdi... Kulüplerden yükselen itirazları da onları ikna ederek göğüsledi. Esen rüzgârlara kapılmadan büyük bir kararlılıkla ligleri başlattı...
Uluslar arası başarı için yabancı kontenjanının genişletilmesini, daha da ötesi tamamen serbest bırakılmasını savunan tez, şimdi Şampiyonlar Ligi’ndeki çifte başarıdan sonra zayıflamış durumda. Futbola örnek olur bilemem, bir esin kaynağı oluşturur mu, bilemem.
Transfer kolaycılığının yerine sistem ve prensipleri oturtarak takım geleneği oluşturmayı seçerseniz, kimse size engel olamaz... Voleybolda bunu gördük.
Yabancı kontenjanının gelecek yıl daha da daralacağını söylüyor Erol Ünal Karabıyık... Sistem 2+1’e dönüşecek... 3 oyuncudan ikisi oyunda, biri de bench’de olacak.
Ne yalan söyleyeyim, Karabıyık’ı seviyorum... Voleybolun içinden gelmiş. Ciddi ve kararlı. Sesini yükseltmeyi de biliyor. Kulak verip dinlemeyi de... Devletin voleybola ayırdığı para 3 milyon TL. Ama o sponsorluk anlaşmalarıyla 40 milyonluk bir bütçe yaratmış. Vakıfbank ve Fenerbahçe’nin birlikte Şampiyonlar Ligi dörtlü finaline uzanmalarının anahtarı onun elindeki “wild card”la gerçekleşmiş. Başkan, “Şampiyonlar Ligi için CEV’e (Avrupa Konfederasyonu) “wild card” için ısrar ettim. Böylece voleybola yatırım yapan başarıya susamış kulüplerin de teşvik edileceğini anlattım. Şampiyonlar Ligi’ne ikinci takımımızı wild card’la soktuk. Başarı ortada. Bu başarı tezimizin haklı olduğunu da ortaya koydu. Ben Fenerbahçe’yi de Dünya Kulüpler Kupası’na wild card’la kabul ettirdim. Onlar da şampiyonluğu kazanarak bizi haklı çıkardılar” diyor.
Şimdi geldik en önemli soruya: Bu başarı Milli Takım’a nasıl yansır? Bir adım daha ötesi: 2012 Londra Olimpiyatları’na katılma umudu var mı?
Başkan, “Elbette Milli Takım’a çok önemli yansımalar olacak” dedi... Yabancı yıldızların “devşirme yoluyla” Milli Takım’a alınmasını aklına bile getirmediğini söyledi... Londra Olimpiyat Oyunları dar ve uzun bir yolun sonunda: “Hiç de umutsuz değilim” diyor, “Dünya Kupası’ndan gelecek ilk üç takım, 5 kıtanın seçmelerinden gelecek birer takım ve ev sahibi Britanya ile 9 finalist belli olacak. Bizim bu aşamalarda şansımız sınırlı. Ama Japonya’da düzenlenecek olimpik dünya seçmelerine en azından wild card’la katılabiliriz. Böyle olursa kalan üç biletten biri kesinlikle bizim olur!”
Ünal Karabıyık böyle diyorsa elbette olur... Çünkü o hayallerin değil, projelerin adamı!
Başımıza yıldırım düştü... Hem de iki kez!
İki yıl önce de düşmüştü Beşiktaş Voleybol Takımı...
Geçen hafta ikinci kez düştüler. Başımıza yıldırım düşmüş gibi oldu. İlkinde Aziz Yıldırım ve ligdeki öteki kulüp başkanlarının da imzasını alarak küme düşmenin kaldırılmasını istemişti Yıldırım Demirören...
Ayrıcalık talepleri kabul görmedi... Gittiler, döndüler ve bu yıl yine gittiler...
Beş aydır maaş ödenmeyen, ilgilenilmeyen sporculara hesap filan sorulamaz artık.
24-21’den set verilmesine de şaşırma olanağı yoktur.
Ne diyordu taraftar tribünlerde: “Şeref’imizle oynar, Hakkı’mızla kazanırız!”
Hakları ödenmeyen sporcuların şerefini sorgulamaya kalkmayın bari!
Voleybolun kahramanları
Türk Voleybolu’nun bugünleri görmesinde inanılmaz sevgi, emek, inanç ve akıl var, kuşkusuz...
Bu başarıyı gerçekleştiren antrenörleri, yerli ve yabancı sporcularımızı alkışlayıp kutlarken, voleybola emek veren kahramanları da unutmamak gerek...
En iyi işbirliği örneğini sergileyen Vakıfbank, Güneş Sigorta ve Türk Telekom yöneticileri... Fenerbahçe’yi filede dünya kulübüne dönüştüren Mehmet Ali Aydınlar, İzmir’de Arkas’ı finallere taşıyan Lüsyen Arkas, Milli Takımlarımızın teknik koordinatörleri Semih Oktay ve Cengiz Göllü... Her birinin çabası ve katkısı örnek olacak nitelikte.
Bir de bizim dünyamızın, medyanın sessiz kahramanları... Tankut Antikacıoğlu, Ragıp Tekin, Cengiz Tokgöz, Enver Bağlarbaşı, Alev Anakök, Aylin (Üstündağ) Abla... Adlarını sayamadığım dostlar...
Hepinize sevgiler, saygılar... Emeklerinize sağlık arkadaşlar!..
Rakı şişesindeki gerçek
Leeds Üniversitesi’nden bir grup sosyolog, İngiliz futbolunu tehdit eden hooliganizme karşı çare ararken şu gerçeği saptamışlar:
“Karanlık suçu tetikler, alkol cesareti arttırır!”
O yüzden maçları gündüz gözüyle (15.00) oynatmaya karar vermişler. Dünyanın en ateşli ve en gergin derbilerinden biri sayılan Glasgow Ragers - Celtic maçı, taraftarların “ayık” gelmesi için saat 14.00’de başlatılmış...
Bizde de örneği var...
2003 - 2004 sezonunda Galatasaray - Fenerbahçe maçı Atatürk Olimpiyat Stadı’nda “güvenlik” gerekçesiyle saat 16.00’da başlatıldı...
Gündüz gözüyle... Tribünlerde 70.125 kişiyle seyirci rekoru kırıldı. Maç 2-2 bitti ama, hiçbir rezillik yaşanmadı...
Şimdi, İl Güvenlik Kurulu’nun saygıdeğer üyelerine soruyorum:
Güvenlik gerekçesiyle Cuma gecesi 21.00’de maç oynatmanın mantığı nedir?
Bazı insanların iyice zom olarak stada gelme olasılığını hiç kimse düşünmedi mi?
Bu maç Pazar günü saat 14.00’de oynansa kıyamet mi kopardı?
Lig TV’nin yayın ve reklam stratejisinde kayıplar mı oluşurdu? Hiç sanmıyorum. İnsanlar maça mı gelmezdi. Hiç sanmıyorum. Hatta ailecek, çoluk çocuk daha çok insan gelir, maçı insanca seyrederdi. Öyle sanıyorum.
Sahaya atılan rakı şişesi üzerinden kıyamet koparıp suçluyu arayalım, tamam...
Yargılayalım, cezalandıralım... Hatta Galatasaray’ın sahasını da kapatalım, tamam!
Ama biraz da bilimin ipine sarılalım... Sosyologlara soralım...
Marka değeri, reyting, reklam gelirlerinin yanına insanı da koyalım...
Tamam mı?