Pekin 2008 Olimpiyat Oyunları’nda 50 kilometre yürüyüşü 3 saat 37 dakika 9 saniyede tamamlayıp altın kazanan İtalyan atlet Alex Schwazer, 2012 Londra’ya hazırlanırken kendini güçsüz ve yorgun hissediyordu. Yakın arkadaşları birilerini buldu, o birileri de çareyi söyledi: “Türkiye’ye git!”
Alex Schwazer, Antalya’ya geldi. Bir eczaneye gitti ve 1500 pound ödeyerek reçetesiz 5 adet EPO (Eritopoiein) içeren ilacı aldı. Otel odasında kendi elleriyle iğneleri yaptı. Artık ikinci altın madalya için hazırdı! Olmadı, İtalya Milli Olimpiyat Komitesi (CONİ) oyunların başlamasına birkaç gün kala tüm sporcuları doping testine soktu. Kan ve idrar örnekleri aldı. Alex’in doping aldığı ortaya çıktı. Kafileden çıkarıldı ve cezalandırıldı.
Bu öyküyü, geçen yıl Londra’dan yazdım. Ama doping üzerine yazılıp anlatılacak o kadar çok öykü var ki, bunların bir araya toplanmasıyla bir roman bile yazılabilir.
Bugün başka bir doping kâbusu ile uyanmış durumdayız.
Türkiye Atletizm Federasyonu, IAAF’in uyarısıyla iki şampiyon atletimiz; Nevin Yanıt ve Aslı Çakır Alptekin’in doping ve kan değerleri konusundaki kuşkular giderilinceye kadar faaliyetlerinin askıya alınmasına karar verdi. Mersinli Nevin Yanıt, doğup büyüdüğü, kariyerini geliştirdiği Mersin’de maalesef Akdeniz Oyunları’na katılamayacak. Aslı Çakır Alptekin de kan değerlerindeki anormal düşüş ve yükselişler nedeniyle orada koşamayacak.
Öncelikle iki atletimizin de bilimsel ve hukuksal anlamda savunmaları tamamlanmadığından, kendileriyle ilgili kesin karar verilinceye kadar onların masum olduğuna inanıyoruz.
Daha kesin gerçeklere bakacak olursak. Doping konusunda maalesef duyarlı bir ortam oluşturamadık. Türkiye’de çok rahatça müşteri bulan bir doping pazarı var. Dünyanın hangi bölgesinde nasıl bir ilaç keşfedilmiş, anında getiriyorlar Türkiye’ye... Madalya ve ardından gelecek hayal ötesi paralara ulaşmak isteyen sporcu ve antrenörler de “garantili sonuç” için basıyorlar parayı. Biliyorlar ki, doping yaptıkları anlaşılsa dahi toplumsal refleksle koruma altına alınacaklar. Siyasetçisinden spor adamına kadar her ilgili onlara kol kanat gerekecek. Medya, haksızlığa uğramış kurban dramaları yazacak.
Bugüne kadar çoğunlukla böyle oldu.
Fransa’da öyle değil mesela. Doping yapan sporcu ya da antrenör elbette sportif disiplin cezaları alıyor, ama bir de bu yasa ve ahlak dışı olayı piyasaya dönüştüren satıcılar var. O satıcıların iki yıla kadar hapisle cezalandırıldığını da öğrendik.
Dopingle ilgili bir başka boyut da şu: Global spor sistemi, peşpeşe rekorlar, kahramanlar, şampiyonlar, yıldızlar ve karizmalar yaratıyor.
Onları tüketerek hem yarışları, hem organizasyonları hem de parayı büyütüyorlar. Kariyerleri belli sınıra geldiğinde, bilimi araya sokarak geçmiş verileri yeni yöntemlerle değerlendirerek yarı tanrı haline dönüştürdükleri sporcuları bir anda alaşağı ediyorlar. Lance Armstrong bence böyle bir sistem kurbanıdır. IAAF’in “ off score” kavramıyla biyolojik pasaport uygulamasına geçtiği son 3 yılda bazı görevlilerin bazı ülkelerdeki sporcuları koruma altına aldığı, buna karşılık bazı sporculara da yepyeni yöntemlerle doping kuşkusu yaratacak baskı uyguladığı da ayrıca anlatılıyor.
Öte yandan 2020 Olimpiyat Oyunları ev sahipliğine aday olan İstanbul’un masadaki elini zayıflatmak, taviz pazarlığında daha etkin olabilmek için bazı çevreler harekete geçmiş olabilir. Paranoyaya kapılmadan bu olasılıkları da değerlendirmeliyiz.
Bilimsel ve hukuksal doğrularla, spor ahlakından sapmadan bu pis hikayeyi bitirmeliyiz.
Süper portreler
Fatih Terim
Kuşkusuz, “ülkenin en büyük futbol efsanesi” olarak adı tarihe geçmiştir. Altıncı lig şampiyonluğu, tüm meslektaşlarının hayal edemeyeceği, ulaşamayacağı kadar büyük bir mesafe yaratmıştır. Galatasaray tarihinde o başarıları en azından tekrarlamak için belki yarım asır beklemek gerekecektir. Kaldı ki, muhteşem başarı öyküsü henüz bitmedi, olanca ihtişamıyla sürüyor.
Başkan Ünal Aysal’la kavganın sınırlarına gelmişken, sabırlı ve olgun davranıp sakin ve barışçı tavır sergilemesi, her türlü övgüye layık bir örnekliktir. Ama iki sezonu da cezayla tamamlaması, hakemlerle sürtüşmesi, TFF kurullarına ve kararlarına meydan okuyarak “kavgacı” kimlik sergilemesi de Terim tarihinin ayıplı sayfalarıdır. Artık böyle sayfalar yazmamalı, daha parlak başarı öykülerine yer ayırmalı hocamız!
Aykut Kocaman
Hayatının en maceralı, en sıkıntılı ve bence en başarılı sezonunu yaşadı. Alex sorununu öyle ya da böyle çözdü. Fenerbahçe’de olması gereken değişimi gerçekleştirdi. Tek oyuncuya dayalı sistemi takım oyununa dönüştürdü. Evet, nisan ayında üç kulvarda da iddiasıyla koşuyordu. Şimdi son kulvarda Türkiye Kupası’nı kovalayacak. Belli olmaz, sezonu sıfır çekerek de kapatabilir Aykut Hoca. Ama en kötü olasılıklar bile (Şampiyonlar Ligi biletini kaçırmak dahil) Kocaman‘ın adanmışlığını, tertemiz yaşanmış macerasını ve vizyonunu gölgeleyemez. Elbette yaşadıklarından ders çıkarmasını bekleriz. Biraz da sıkça başvurduğu göndermelerinden vazgeçmesini öneririz. Birileri, kavgada ona kalkan ya da kılıç rolü biçmişse itiraz ederiz. Onurlu bir şövalyedir o!
Asaletine de kariyerine de toz kondurmayız!
Onlar da şampiyon!
Galatasaray Tekerlekli Basketbol Takımı, yeniden Avrupa Şampiyonu oldu. Üst üste tekrarlayarak ortaya koydukları bu başarı için onları kutluyoruz.
Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı ezeli rakibi Galatasaray’ı müthiş bir play off maratonu sonunda yenerek şampiyonluk tacını giydi. Onlara da can-ı gönülden alkış borcumuz var.
Futbolun sihirine ve büyüsüne kapılıp kalbimizi köreltmeyelim. Selam olsun sezonun tüm şampiyonlarına... Hangi ligde ve hangi dalda kazandılarsa!
Yazıcı’ya rahmet
Kulübü için gerçek anlamı ile kendini feda etti. Adanmış yaşamını bir deplasmanda sona taşıdı. Kulübü için hapis yattı, aklandı. Tertemiz emeği “5. şampiyon”la taçlandı. İbrahim Yazıcı’ya rahmet diliyorum. Başınız sağolsun Bursasporlular...