Yargıtay, 3 Temmuz süreci ile ilgili dosya üzerindeki çalışmasını tamamlayıp, alınan kararların önemli bir bölümünü onadı, bazı kararları da usulden bozdu. Sıradan insanlar için sıradan haber.
Ama çok “manidar“ bir dönemde yaşadığımız için Yargıtay’ın aldığı kararın zamanlamasını da çok manidar buluyoruz.
Kararların en önemlisi, kuşkusuz Aziz Yıldırım’a verilen hapis cezasının onaylanmasıdır.
Sürecin sembol ismi olarak hakkında alınan kararlar da, o kararlara karşı takındığı tavır ve dile getirdiği itiraz da Aziz Yıldırım’ı sistemle karşı karşıya getirmiştir. O nedenle sportif görüşlerinin ve uygulamalarının yanı sıra hukukla, cemaatle, siyasetle ilgili söylemleri de önem kazanmaktadır.
Aziz Yıldırım şike davasında delillerin sahte olduğunda ve tutarsızlığında ısrar ediyor. Daha da ilginç olanı, tahliye edildiği günün ertesinde evinde kahvaltıya konuk ettiği gazeteci yazar Ertuğrul Özkök’e, başına gelenlerin Fethullah Gülen cemaatinin etkisiyle gerçekleştiğini söylemesi, ama bir gün sonra da bunu tekzip etmesidir. Özkök, nezaket göstererek bu konuda ısrar etmemiştir. Wall Street Journal’ın Türkiye temsilcisi Emre Peker’e Paris’ten yaptığı açıklamalar ise, Başkan’ın sabırlı suskunluğunu bozarak “Evet Gülen cemaati yaptı” diyerek gerçek düşüncesini ortaya koymuştur. Bu konuda bildiklerini daha ayrıntılı biçimde ortaya koyması, “Paralel Devlet” iddialarına da ışık tutabilir. Yıldırım’ın, duyarlı bir yurttaş sorumluluğuyla üzerine düşeni yapmasını bekliyoruz.
“Sandıkla geldim, mahkeme kararıyla gidiyorum. Bu bir demokrasi ayıbıdır!” Başkanın tarihe geçecek sözlerinden biri de bu. Ancak “darbe” ile “mahkeme kararı”nı aynı kefeye koymamak gerekir. Seçilmiş insanlar da mahkeme kararıyla görevini bırakmak durumunda kalabilir. Bu bir demokrasi ayıbı olmaz. Ayıp olan, hukuksuz alınmış mahkeme kararlarıdır. Buna da yargı karar verir. Aziz Yıldırım, 3 Temmuz süreci içinde iki kez aday olmuş ve sandıktan başarıyla çıkmıştır. Buna hiç kimsenin itirazı olamaz. Ancak şunu sormadan da geçmemek gerekir: Acaba o süreç başladığında görevi kendi iradesiyle bırakıp Fenerbahçe camiasının zaten var olan desteğiyle hukuk mücadelesini sürdüremez miydi?
Yeniden yargılamanın kapısı aralanmışken Yargıtay kararının anlaşılmaz bir acelecilikle açıklanması, Erdoğan’ı da rahatsız etmiş, Fenerbahçe camiasının kitlesel tavrını hesaba katan Başbakan, 30 Mart’taki yerel seçimlere vurgu yaparak beklenmesi gerektiğini, ama beklenmediğini söylemiştir. Unutmayalım, 3 Temmuz süreci de genel seçimlerden hemen sonra başlatılmıştı. Demek ki zamanında siyasetle paralel yürüyen bir hukuk takvimi de vardı.Yürütme ve yargının birbirine dolanmış hali hayatımızı nasıl etkiliyor, görüyoruz. Bu durumdan memnun olan var mıdır? Sanmıyoruz. Ortadaki hukuksuzluğa ve çarpıklığa bakınca Aziz Yıldırım, sadece Fenerbahçe’nin davası için sesini yükseltmiyor. Eleştirdiği bir çok konu, bugüne kadar duyarsız kalanları uyandırabilir. Kamu yararı dediğimiz şey, biraz da budur!
Şakır şakır Cüneyt Çakır!
FİFA, Brezilya’da düzenlenecek 2014 Dünya Kupası’na Cüneyt Çakır’ı da çağırdı. Ortalama futbolseverleri, bu ülkenin ezici bir çoğunluğunu mutlu eden bu kararı saygıyla karşılıyorum. Cüneyt Çakır, adanmış kişiliği ve yaşam tarzıyla, her maçta farklı bir sınav vererek yeteneğini de yeterliliğini de, yetkinliğini de kanıtlamış ve orada düdük çalmayı hak etmiştir. İçi acıyanlar vardır elbette. Onu adam yerine koymayan, torpilli cici çocuk olarak nitelendiren, içeride-dışarıda farklı kararlar verdiğini söyleyen bazı yorgun ve usta yorumcuların karnı ağrımıştır. Bu da normal...
Eh, onlar da insandır. Ama Çakır çok çok çoook değerli bir insandır!