Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bunun adı, eğri gemi doğru sefer! Futbolu, içine düştüğü kaos ortamından kurtarmak için herkes kendini kurtarma hamlesiyle yaklaşıyor soruna...
Hemen herkes, durumdan bir vazife çıkararak ilerliyor.
Fenerbahçe Başkan Vekili Ali Koç, geçen hafta TFF’nun kendilerini Şampiyonlar Ligi dışında bırakma kararından sonra resmen çağrıda bulundu: “Devlet, el koysun!”
Doğrusu, önü arkası hesaplanmamış savruk bir çağrıydı bu...
Özerk futbolun devletle ne işi olabilirdi ki!
Ama her defasında olduğu gibi bu defa da devlete yaslanmanın yararlı olacağını düşündüler.
Sadece Fenerbahçe’nin değil, hemen tüm kulüplerimizin yaptığı gibi...
Devlet’ten bir “babalık” istediler.
Hani, vergi indirimlerinde şefkatini esirgemeyip, cömertçe yüzde 15’lik bir babalık yapmıştı ya devlet... Hani arsa tahsislerinde, vergi uzlaşmalarında, vergi cezalarının affında, üzerine uzlaşılan rakamların da ödenmediği durumlarda engin ve bağışlayıcı hoşgörüsüyle hesapları yine siliyordu ya devlet...
Size anahtar teslim stat yapıyordu ya... İşte aynen öyle...
Özerklik mözerklik hakgetire !
Devlet Baba göreve !
Sonunda beklenen oldu. Erdoğan’ın “ustalık dönemi” kabinesinin çiçeği burnunda, genç ve enerjik Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, TFF ve kulüp başkanlarıyla toplandı.
Kulüplerin akıl edemediği, ya da işlerine gelmediği için görmezden geldiği duruma bir açıklık getirdi.
Yani özerk federasyon ve kulüplere ev sahipliği yapmanın gerekçesini “Devlete bağlı bir kurum olan Spor Toto Teşkilatı’nın, Süper Lig’in ana sponsoru olması”na bağladı. Sorunlara iyi niyetle çözüm bulma çabasını sergiledi. Doğrusu, tüm konuşmalarında, olaylara yaklaşım biçiminde olağanüstü dikkatli ve özenli gördüm Sayın Kılıç’ı... Sıklıkla hukuka vurgu yapıyor, yargı sürecine ve özerkliğe müdahil olamayacağını sık sık dile getiriyordu.
Bu işe eğri gemi doğru sefer dememin nedeni açık...
Kendi aralarında, sivil inisiyatifleriyle değil, ancak devletin çağrısıyla toplandılar.
Elbette bize yansımayan tartışmalarda tıpkı Ali Koç’un çağrısındaki gibi, devletin ağırlığını koyduğunu düşünüyorum.
Ama aralarındaki anlaşmanın, uzlaşmanın sadece parasal konulara dayandığını, sadece bütçeleri onarmaya yoğunlaştığını düşünüyorum.
Bu düşüncemin aksini ortaya koyan bir uzlaşma ya da eyleme de rastlamış değilim.
Oysa ben, dürüstçe, çözüm önerileriyle bir araya gelmelerini, tartışmalarını, uzlaşmalarını, barışmalarını bekliyordum. Olmadı!
Fenerbahçe ve Galatasaray temsilcilerinin karşılıklı olarak birbirlerini suçlamasını, eleştirmesini de rekabet kültürümüzün dip notları olarak yazalım bir yere...
Şimdi yeni bir hukuksal sürecin içine giriyoruz.
Fenerbahçe Spoer Kulübü’nün, TFF ve UEFA’ya karşı açtığı dava dosyası CAS (Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi) önünde. Bu dava ya reddedilecek, ya da kabul edilip ilgili kurumlardan savunma istenecek.
Özeti yine uzlaşmazlık, yine çözümsüzlük, yine kaos!...
Hayır, olmayacak! Kulüplerimiz kendi aralarında uzlaşamayacaklar. Kendi aralarındaki iktidar kavgasından vazgeçemeyecekler.
Olan da TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar’a olacak.
Futbolumuzun en masum ve en temiz adamı, kurban sunağındaki yerini alacak!

Haberin Devamı
Yine uzlaşamadılar



İnsanlar yaşadıkça

Emre Belözoğlu

Kazakistan maçından sonra yaptığı açıklamada Türk futbolcusunun özgür olmadığını, örgütsüz olduğunu söyledi. Vicdanından sızan gerçekleri paylaştı. Umarım, bu mesleğin örgütlenmesinde, futbolcunun sesinin yükselmesinde bir liderlik üstlenir. İspanya ve İtalya’dan sonra Türkiye’de de futbol emekçilerine hak ettikleri değer verilir, saygı gösterilir.
Kirani James
400 metrenin yeni dünya şampiyonu... Spor bursuyla katıldığı Alabama Üniversitesi’nde daha öğrenime başlamadan ilk diplomasını aldı. 100 bin nüfuslu bir baharat adasını onur ve gururla temsil etti. Tüm üniversitelerimize örnek bir burs uygulaması... Sayın rektörler ve mütevelli heyet üyelerinin dikkatine!
Fatih Avan
İşte kaybedeceksen bile böyle bir sporcuyla kaybedeceksin madalyayı... Dünya Atletizm Şampiyonası’nda finale kaldı. 83.34’lük derecesiyle beşinci oldu. Artık yeri de klası da belli... Kendini geliştiriyor. Çalışıyor. Her zaman finallerde olacak. Kimbilir, seneye Londra’da belki de madalya alacak!
Hidogiller
Hayal kırıklıkları, kâbus, ve rüya... Hepsini bir arada vadeden bir basketbol milli takımımız var. Bakarsınız, hiçbir şey yapamayabilirler. Polonya maçındaki gibi çok kötü bir finişle yenilebilirler. Sonra Dünya ve Avrupa Şampiyonu unvanına sahip İspanya’yı muhteşem bir finişle devirebilirler. Her şeyi yapabileceklerini gösterebilirler.
Arda Turan
Türk Futbolu’nun yeni “mücevher” çocuğu... Tümüyle yerli üretim, tamamen yerli eğitim... Kendi kaynaklarımızdan, kendi hocalarımızla kazandığımız bir değer. Kırık dökük, sistemsiz, ekolsüz ve ne olacağı belirsiz Milli Takım’a döküldüğü maçta bile hayat veren bir harika çocuk... Kalbinden taşanları masum bir sesle dile getirdi, yine tepkileri çekti. Neyse, iyi ki, İspanya’ya gitti!

Ben bu lige kırgınım

İşin kolayına kaçıp futbolu sadece yeşil zemin üzerindeki iki kale ve bir topa indirgeyerek sorumluluktan, dünya görüşünden ve felsefeden sıyıranların gözü aydın...
Alın işte yeniden başlıyor ayak oyunu!
Şimdi topu ve oyunu ne kadar özlediğinizi de dile getirip kendinizi ve bizi avutmaya çalışacaksınız.
Her neyse itirazım yok.
Şu masum oyunu ben de seviyorum, özlüyorum.
Geçen sezon bittiğinde “Ben bu ligi seviyorum!” demiştim.
Duygularım aynen devam ediyor.
Ama aynı zamanda bu lige kırgınım ben.
Sahada gördüğüm masum oyunu kurgulayanlara, kurcalayanlara, o oyun üzerinden güç ve iktidar peşinde koşanlara karşı kendini koruyamadı. Dedikodulardan, şayialardan ve pisliklerden bir türlü arınamadı.
Şimdi arınmak için mahkeme kapısında sıra bekliyor.
Bir yandan davalı, bir yandan cezalı...

Adil oyun, güzel sonuç!



Hakçası, açıkçası... Adil bir oyun oldu. İki takım da daha fazlasını hak etmediler. Temposuz, yavaş, heyecansız ve coşkusuz oyunda ne gol izleyebildik ne de yaratıcı pozisyonlara tanık olduk. Kazakistan maçında penaltıyı Burak direğe nişanladı ya... Dün de Arda, 11 metreden aynı topu bu defa Avusturya kalecisinin dizlerine çarptırdı.
Bu oyunun galibiyeti kaçıran tarafı Türkiye... Ama kazanan tarafı yine Türkiye... Kuralar çekildiği zaman grup ikinciliğinde olası rakiplerimiz Belçika ve Avusturya’dan ikişer maçta dörder puan alarak statümüzü koruduk.
Yeni bir Azerbaycan kazası gibi akla gelmeyecek sürprizler yaşamazsak, dünkü sonuç gerekli ve yeterlidir. Şimdi hedef bu pozisyonu korumak olmalı. Hatta daha da fazlası... Almanya’dan rövanşı da alarak en iyi ikinciler listesinde iddialı bir konuma gelebilmek gibi...
Oyuna bakarsak.
Sezon başında, hem de lig arefesinde henüz topa ve maça alışamamış oyuncular, kafa karışıklığı, bitmeyen sakatlıklar ve yüzde ellinin üzerinde personel değişikliğine uğramış bir Milli Takım’ın daha fazlasını vermesini beklemeye hakkımız var mıydı? Bence yoktu. Yenilmeden, maçı berabere bitirmek, hedefle örtüşüyordu.
Alan memnun, veren memnun bir maç işte...
Almanya’dan yarım düzine gol yedikten sonra sarsılan onurunu kurtarmak için Avusturya zaman zaman iştahlı ve istekli oynadı. Alaba, Harnik ve Arnavutoviç’le gol aradılar, pozisyona girdiler. Ne var ki Milli Takım, oyunu kontrol etme, alışılmış basit hatalardan biriyle golü yememe konusunda oldukça disiplinliydi. Kalede Volkan ve önündeki savunmacılar bu anlamda görevlerini yaptılar. Ancak özellikle beklerin, Sabri ile Hakan’ın kenardan yeterli sayıda hücuma katılmaması, top taşımaması oyun kurgusunu orta alanın üzerine yıktı. Selçuk İnan ve Emre Belözoğlu’na en çok ihtiyacımız olan maçtı bu. Maalesef yoktular. Selçuk Şahin ve Mehmet Topal, hücumda fazla üretken olamadılar. Yine de Selçuk Şahin’in hakkını vermeli... 90’da Burak’ı yüzde yüz gol pozisyonuna sokan asist topu bir penaltı getirdi. Neyse canı sağolsun Arda’nın! Bu arada Harnik’in golündeki ofsayt kararı da pek doğru gelmedi bana... Dedik ya, adil bir oyun oldu.
Hiddink’in bu maçta Gökhan Töre ile Mehmet Ekici’den daha yaratıcı bir oyun planıyla yararlanmasını bekledim. Ama olmadı. Neyse, amacına ulaştığına göre Hoca haklıdır. Tebrikler!