Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, 150 sayfalık “Etik Kurul” raporunu okuyup, yönetim kurulu ile paylaştıktan sonra beklenen tarihi (!) açıklamasını yaptı:
“Dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle bize iletilen hiçbir belgeyi şüpheli kulüpler ve kişilerle paylaşamadık. Bu yüzden kimseden savunma alamadık!”
“Savunma almadan yapılan bir disiplin yargılaması, hak arama hürriyeti ve adil yargılamayı ağır biçimde ihlaldir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.”
Ve en can alıcı noktayı koydu:

Yoksa siz fil mi bekliyordunuz

“İddianamenin hazırlanıp kabul edilmesinden sonra federasyon tüm belgeleri inceleyip savunmaları alacak ve hukuka uygun en adil kararı verecektir!”
Bu açıklamaları canlı yayında bütün ülke can kulağıyla dinledi.
Sonra da inanılmaz bir “ahkam” bombardımanı başladı.
Çoğu yorumcuya göre federasyon, beklenen eyyam (!) kararını nihayet açıkladı.
Radikal kararlardan uzak durup öfke ve huzursuzluğu sert tepkilerle sokağa taşımaktan sakındı.
Hatta bazılarına göre federasyon korkak davrandı.
Dağ, fare doğurdu!
Dağın fare doğurduğunu ima edip dudak bükenlere de sormak gerekiyor şimdi:
“-Yoksa siz fil mi bekliyordunuz?”
İşi gücü sansasyon yaratmak, farklı düşünmek(!) ve saçmalamak olan çok bilmiş bazıları, “Düşüreceksin kardeşim. Bu işler başka türlü düzelmez!” diyor.
Söz aramızda, diyelim ki böyle bir “düşürme” kararı alındığında aynı bazıları bu defa “Nasıl düşürürsün kardeşim?” diye makam değiştirip zurna üflemeye devam edecekler.
Şimdiii...
İşin aslına dönersek.
Türkiye Futbol Federasyonu, kurumsal olarak ipin ucunu kaçırmıştır.
Onca telefon dinlemesi, teknik takip, görüntülenme, çanta dolusu para ve ölçülemeyecek yaygınlıktaki dedikoduya rağmen, geçen sezonun son haftalarında hiç mi ihbar almadı federasyonumuz? Hiç mi duyum yoktu ?
Hiç mi kuşkulu maç oynanmadı? Federasyon temsilcisi, gözlemci ya da hakemlerden hiçbiri huylanmadı mı ? Kendi aralarında olsun bu garip işleri hiç mi konuşmadılar?
Mümkün mü? İhbar de aldılar, duyumlar da geldi. Kendi aralarında da konuştular.
Ama sonunda hepsi sus- pus oldular. En baştakinden en kapıdakine kadar hepsi hep birlikte bile bile kulaklarının üstüne yatıp uyudular.
Üç Maymunlar’ı oynadılar resmen.
Görmedim... Duymadım... Söylemem!
Oysa, Futbol Disiplin Talimatı ellerindeydi. Yetkileri sonsuzdu.
Kurulları ortadaydı, işbaşlındaydı.
Böyle gelmiş, böyle gider diyerek tiyatroya devam ettiler.
Ama hesapta olmayan bir durum çıktı ortaya...
Polis, silahlı suç örgütünün peşine düşüp belli bir grubu ararken, bu şike-teşvik muhabbetine takıldı.
Biz birbirimizi kandırarak gökte ararken, onlar yerde buldular.
Daha doğrusu orkinosu kovalarkan balinayı yakaladılar.
Özeti: Türkiye Futbol Federasyonu, kendi kurumsal yapısı içinde ara(ma)yıp bulamadığı gerçekleri, “savcılık takibatı” ile öğrendi.
Sportif inisiyatif işlemedi. Ama hukuk inisiyatifi yargı sürecini başlattı.
O yüzden fil bekleyip, fare ile şaşıranlara şunu derim:
Artık ölçüler “hukuk” terazisinde... Orada da hukukun kuralları geçerli.
Savunma hakkı olmadan hiçbir karar veremezsiniz.
Aydınlar, yapılabilecek en doğru açıklamayı yaptı ve iddianameyi bekleme süreci başladı. Merak etmeyin, sonrasında da yargıyı izleme süresi gelecektir.
...Ve izleme sezon boyu sürecektir!..
Fil bekleyenler, stadyuma değil, Gülhane’ye gitsinler!

En “fair” Erhan!
Geçen hafta, cuma akşamı Veliefendi Hipodromu’ndaki Plevne koşusunda, Halis Karataş’ın bindiği Gelibolu isimli at, sağa sola yalpalamaya başladı.
Anlaşıldı ki atın kantarması Halis Karataş’ın elinden kurtulmuş, boşta kalmış...
Böyle giderse, Karataş’ın yarışı kaybedeceği kesin...
Ama o anda hiç beklenmeyen bir şey oldu. Yarışın plase atlarından Eskişehir’e binen jokey Erhan Yavuz, bu tehlikeyi gördü. Karataş sadece yarışı kaybetmekle kalmayacak, belki birkaç at birbirine girecek, olası kazada can kayıpları da görülebilecekti.
İşte o anda... Erhan Yavuz, biraz hız kaybetme pahasına da olsa, eline geçen büyük bir fırsatı harcamayı göze aldı. Kantarmayı yakaladı ve “Halis Abi, al!” dedi.
Halis Karataş, böylece favorisi olduğu 120 bin lira ödüllü yarışı kazandı. Kendi payına 12 bin lira aldı. Erhan Yavuz ise dördüncü oldu ve 12 bin liralık ikramiyeden 1200 lira kazandı.
At yarışlarını “kumar” olarak görenler, sevmeyenler bol bol “anlaşmalı” koşudan söz ederler ya....
Artık sussunlar.
Karşılarında aslanlar gibi dürüst bir sporcu, centilmen bir binici...
Erhan Yavuz var!

Haberin Devamı

İstanbul 2020
Tam 20 yıl önce spor sayfasına “28.Olimpiyat Oyunları İstanbul’da yapılacak” manşetini attığım zaman, meslektaşları tarafından ti’ye alınan hayalperest bir gazeteciydim.
Hatta benimle alay edenler, daha sonra “Olimpiyat’ı İstanbul’a verin” diyerek resmi görevle dünyayı dolaştılar.
Hayalden gerçeğe...
Üç olimpiyat oylamasına katıldım. Monaco 1993, Lozan 1997, Moskova 2001...
İstanbul üçünü de kaybetti. Ama her aşamada ciddiye alındı, daha çok saygı gördü. Rakipleri tarafından daha çok hesaba katıldı.
Şimdi kısa bir aradan sonra 2020’ye yeniden aday oluyoruz.
Üstelik Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın iradesi ve liderliğiyle.
Şimdilik rakiplerimiz Madrid, Tokyo ve Roma...
İspanya ve İtalya ekonomik krizde... En azından şu anda bu yükü taşıma umudu vermiyorlar. Tokyo deseniz. Orada duralım. Çok tatsız, renksiz bir kent.
İstanbul, hepsinden daha renkli, daha çekici ve daha kucaklayıcıdır, inanın!
Olimpiyat düzenlemeye bizim ayrıca çok ihtiyacımız var.
Ancak savaş ya da felaket hallerinde ortaya çıkan dayanışma ruhu, barışta olimpiyat heyecanıyla yeşerir.
Başbakan, derin bir olimpik felsefe ile, muhalefeti de bu sürece katarak yurt içi ve yurtdışı kampanyayı başarıyla sürdürürse...
Hiç de hayal değil, Türkiye kazanır!