O’nu tanıyalı, maşallah, tam 41 yıl oldu... Bu konuda en kıdemli gazeteci olduğumu söylerlerse de iddia bana ait değildir. Benden daha eski tanıyanlar olabilir... Benden daha iyi tanıyanlar da olabilir. Bunlara hiç itiraz etmem. Ama dostlarımın izni olursa eğer, benim tanıdığım Mustafa Denizli Beşiktaş’a giderdi.
Öyle oldu işte, gördünüz...
Bu karardan sonra hayatta ne kadar çok şeyin değiştiğini görüp şaşırmayın...
Ortada değişen bir şey yok çünkü.
Ortada tanımadığınız bir kişi de yok.
O adam tanıdığımız Mustafa Denizli’dir ve bugün Beşiktaş’tadır.
Bu kadar basit.
Neden bu kadar basit olduğunu, her şeyden önce onu tanıdığını ve bildiğini iddia edenler görmeliydi.
Göremediler, diyemem... Görmek istemediler.
Nihayet rüyasını gerçekleştirdiAma siz istediğiniz kadar gözlerinizi yumun, kulaklarınızı tıkayın, gerçekler karşınızda duruyor : Mustafa Denizli Beşliktaş’ta!
Neden böyle oldu ?
Böyle olması için o kadar çok gerekçe var ki...
En önce Çeşmeli futbol aşığı sarışın saf bir çocuk olarak rüyasını nihayet gerçekleştirdi.
Çeşme Ortaokulu’nda okurken, hocalarına ve arkadaşlarına söyleyip de yapamadığı şey, bir gün Beşiktaş forması giymekti.
Futbolcu oldu, yıldız futbolcu oldu, Beşiktaşlı futbolcu olamadı. Nur içinde yatsın, Mehmet Üstünkaya’nın onu transferin son gün son dakikasına kadar bekletip alamadığını da hatırlarım...
Beşiktaş sevgisi, yüreğinde kozasını örmeye devam etti. Teknik direktörlük yaşamında da hep o sevgiliden bir çağrı bekledi. 1996’nın Haziran ayında Balmumcu’daki Jandarma Kışlası’nda Beşiktaşlı paşalarla Başkan Süleyman Seba’nın masasında buluştu... Kendisine teknik direktörlük önerildi. İsteksizdi... Kırmadan “sıyrılmaya” çalışıyordu.
Seba durumu fark edip, “Bak Mustafa, sevgili kardeşim... Gel şu öneriyi kabul et. Beşiktaş’ın hocası ol, ben de rahat bir nefes alayım. Kabul etmezsen, çok yanlış bir iş yapıp istemediğim birini zorunlu olarak göreve getireceğim. Beni günaha sokma!” dedi.
Özür diledi, “Estağfurullah... Beşiktaş her zaman büyüktür. Siz Beşiktaş’a layık hocayı bulursunuz, üzülmeyin” yanıtını verdi. İzin istedi ve gitti.
O gün görevi kabul etmemesinin nedeni, Beşiktaş’ta futbol işlerinin sadece Seba prensipleri üzerinde inşa edilmesiydi. Yapısal noksanlar vardı.
Aradan geçen yıllar, Seba dönemine göre Beşiktaş’ın sadece yapısal noksanlarla değil, başka yanlışların da tekrarlanmasıyla futbolda çok ters bir yöne gittiğini gösteriyordu. Rüya gibi bir 100. Yıl şampiyonluğundan sonra üst üste yaşanan skandallar, Beşiktaş’ı sarsmış, yıpratmış küçültmüştü.
İşte nedenler
İşte size birinci neden : Bu defa ona her zamankinden daha çok ihtiyaçları vardı.
İkinci neden : Çok başarıya öncülük etmiş, futbolda zihinsel devrimler yapmış adam, İran macerası dahil, egosunu tatmin edecek bir uğraşın içinde değildi son 3 yıldan beri. Her şeyden önce egosunun tatmin edilmesi, o meydan okuyan ruhun, adrenalin isteyen bedenin savaşa girmesi gerekiyordu.
Üçüncü neden : Doğru anlaşılır, yanlış anlaşılır... Ama o laf hep zihinlerde kalır. Yıldırım Demirören “Ben olduğum sürece Mustafa Denizli bu kulüpten içeri giremez!” dememiş miydi ? Demişti. Yıldırım Demirören tarafından davet edilip Beşiktaş’ta görev aldı. Herkes istediği yorumu yapsın şimdi.
Dördüncü neden : 1996’da Seba’ya hayır dedikten sonra Beşiktaş’a ikinci kez “hayır “ demek, o kadar kolay ve akıllıca olmazdı.
Bu nedenlerin arasına parayı pulu katmıyorum... Para pul, Mustafa Denizli’yi hiç tanımamak demektir, saygı duyulacak bir kariyere karşı edepsizlik ve saygısızlık etmektir.
Ama şöyle diyebiliriz...
Tıpkı Suzanna Tamarro’nun yaşayıp yazdığı gibi...
Mustafa Hoca, yüreğinin götürdüğü yere gitti!
Koltuktan düşmek ve pnömoni
Okan Bayülgen’in programını izlemedim, izleyenler anlattı...
Sekiz yıl önce TV 8’de Spor Gazetesi Programı’nda beni taşımaya hiç de elverişli olmayan bir koltukta aniden çöktüm. Koltuğun çürük demirleri bükülürken, ben öne eğilip kalkmaya çalıştım, olmadı. Sonra da ters kepçe düştüm...
Bayülgen nereden bulduysa, bu bayatlamış görüntüleri ekrana getirmiş.
Günlerdir peşpeşe geçmiş olsun telefonları alıyorum.
Bilsem, ayakkabılarımın tabanına reklam alırdım.
Her neyse...
Geçenlerde şiddetli öksürük ve yüksek ateşle Kocaeli Acıbadem Hastanesi’ne konuk ettiler beni. Konulan teşhis : Zatürree başlangıcı.
En başta genç doktorlarım Yılmaz Bilgiç, Işıl Kolaylı ve Kocaeli Acıbadem’in yöneticilerine ve personeline içtenlikle teşekkür ederim. Yine de onlardan şikayetim (!) var...
Tedaviyi aksatmamak için sürekli uyandırdılar beni... Tansiyon ölçme, oksijen kapasitesinin tesbiti, ilaç takviyesi derken, uykusuzluktan gidiyordum. İşe döndükten sonra Karadenizli bir futbolsever yolda “Hastaymişsun, derdun nedur ?” diye sordu. “Pnömoni”
“-Hadi be, tanımam oni!”
Frankfurt’ta 4 spor yazarı
Frankfurt Kitap Fuarı’nda bu yıl Türkiye, onur konuğu ülke olarak seçildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, fuarın açılışına katılacaklar.
Fuar kapsamında düzenlenen etkinlikler arasında biri var ki, spor medyamız için tam anlamıyla övünç kaynağıdır.
Fuarda “Futbol Fanatiği Bir Ülke : Türkiye “ panelinde Tanıl Bora, Yiğiter Uluğ, Bağış Erten ve Ahmet Çakır konuşacaklar.
Dünyanın en entelektüel futbol meraklılarının soracağı soruları yanıtlayacaklar. Hani her hafta “haftanın olayı” olarak mutlaka bir medya rezaletini ortaya atıp futbolun en büyük derdi olarak hep medyayı gösteren medyadaki sevgili meslektaşlarım var ya...
Onlar bakalım ne diyecekler bu panele...
Hayır, onlardan bir takdir ve teşekkür beklemiyorum. Hatta en kültür sanat yoğunluklu yazan dostumdan bile.
Dördü de kitap sahibi, pırıl pırıl spor yazarlığı yapan bu kardeşlerimle övünüyorum.
Ötekiler, kendi kendileriyle övünüp avunabilirler!
6+2 = Sekiz adet sorun
Mustafa Hoca, Beşiktaş’taki ilk basın toplantısında dile getirdiği sorun, sadece Beşiktaş’ın değil, tüm kulüplerin derdidir. Altılı kontenjana girip oynayamayan yabancı futbolcular takımda ikilik yaratıyor, belki de boşuna para alıyor.
Yabancı futbolcular için 6 +2 kuralı, gerçekten saçma... Çözüm değil, sürekli sorun yaratıyor.
Hatırlar mısınız bilmem... Appiah’ın tüm samimiyetsizliğiyle Fenerbahçe’ye dokuz doğurttuğu günlerden birinde, yabancı transferi için kontenjanı ve hareket alanı kalmayan Aziz Yıldırım yönetimi, kibarca sormuştu Haluk Ulusoy’a : “Acaba 6+2 formülünü düşünebilir miydi Futbol Federasyonu ? “
Ulusoy, hiç hesap kitap ve fırsat kollamadan Yıldırım’a yolu açtı, onu rahatlattı.
Gelin görün ki şimdi en çok şikayet eden AzizYıldırım’dır. Mustafa Denizli de şikayet ettiğine göre, bu saçmasapanlığı ortadan kaldırmak artık kaçınılmaz. Yabancıları kendi aralarında huzursuz eden, insani ölçülere de sığmayan bu komik durum herhalde düzeltilmelidir.