Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Zenginini ve şampiyonunu yaratan ülke


Pekin Büyükelçiğimizde görevli diplomatlara soruyorum: Çin’den bir Abramoviç çıkar mı ?
Yanıt şaşırtıcı: Bir değil, birkaç bin Abramoviç çıkar!
Sonra anlatıyorlar ki, Çin Komünist Partisi, 1978’de bir karar almış: Dünyaya açılıp zenginleşmek, modernleşmek... Dünya devleri arasında yer almak.
Komünist ideolojilerle bugünkü global liberalizme nasıl ayak uydurulacağının formülünü de kendileri bulmuş...
Kendi zenginlerini yaratmak!
Bugün, serveti 1 milyon doların üzerinde 300 bin Çinli var. Bunların çoğu ne olduğu bir türlü anlaşılamayan devlet şirketlerinin tepe yöneticisi konumunda... Ya da özel şirketleri yönetiyorlar ama, aslında o şirketlerin sahibi yine devlet.
Genç diplomatımız, “Burada komünizm, kapitalizm, liberalizm ya da emekçi sınıfı, burjuva sınıfı kavramlarını asla yerli yerine oturtamazsınız.”diyor. Çin 5 bin yıllık kültürüyle kendine özgü çok farklı bir model uyguluyor.
Zenginini yaratan ülke, elbette şampiyonlarını da çıkarıyor olimpiyat podyumlarına...
Örneğin, Halil Mutlu’yu 1996’da TV’den seyredip kahramanı olarak seçen, halter yapmaya karar veren çocuk, bugün altın kürsüsünden selamlıyor dünyayı.
Açılış töreni göz kamaştırıcı sahnelerle hafızalara kazındı ya, bunun arka planında ne olduğunu merak ettim gerçekten.
Biraz da fesatlık yaparak...
Genel kanaatin aksine, ben öylesine ayılıp bayılmıyorum açılış töreni hayranlığıyla. Başlangıçta yüksek tempoyla uzak doğunun temel etkinliklerinden davul gösterisi elbette çok iyiydi. Ama sonradan tempo düştü. Gösteriler evrensellikten Çin’in hayranlıkla kendi aynasına baktığı bir yerelliğe dönüştü. Yine de binlerce mutlu genç, adları hiçbir yerde kayıt altına alınmadan ülkeleri için becerilerini kusursuz biçimde gerçekleştirdiler.
Meş’aleye gelince...
Li Ning’in seçilmesi elbette çok isabetli. Ama ille de havada koşması mı gerekiyordu. Teknolojiyi bir yana bırakıp Barcelona’daki okçu gibi basit, ama güzel bir yöntemle bize sadece insanı sunabilirlerdi.
Tek dünya, tek rüya tamam da... Bu kadar hayale ne gerek vardı!
Elbette çok şaşırmış sayılmam.
Açılış koreografisini üstlenen adam, Çin’in en ünlü sinema yönetmenlerinden Zhang Yimou, zaten aşırı abartılı hayal sahnelerine de sık sık başvuruyor. Örneğin, CCTV kanallarından birinde tarihi bir filmini izledim. Amerika’nın onca teknolojik birikimle gerçekleştiremediği uçan komandoları, Yimou en az 2 bin yıl önce yaşanmış maceraya aynen koymuş, iyi mi!
Çinliler gözyaşlarıyla seyretmiştir, umarım. Benim için komediydi!
Sonra bu Zhang Yimou’nun rejime muhalif bir yönetmen olduğunu öğrendim. 1994’de Cannes Film Festivali’nde bir ödül kazanmış. Hükümet, ödülü almasına izin vermemiş. Sonradan Oscar’a da aday olmuş... Yine filmini geri çekmesini istemişler. Oscar jürisine baskı yaparak ödülünü engellemeyi de ihmal etmemişler.
Peki bu kadar muhalif bir yönetmene açılış töreni nasıl ihale edilmiş?
Formülü, Kuş Yuvası projesinin de ortaklarından ünlü mimar Ai Weiwei açıklıyor:
“Rejime muhalefet edip bir sürü engelle uğraşacağına, Çinli sanatçılar, Çin’in güleryüzünü gösteren ürünlerle pekala para kazanabilirler!”
Zhang Yimou da öyle yapmış işte...
İktidarla savaşacağına, “anlaşmayı” tercih etmiş.
Bizde de az örneği yok bunun!

Haberin Devamı

Hiperaktif şampiyon Michael Phelps
Pekin 2008, açılışın yarattığı coşku ve hayranlıktan sonra bize ilk kahramanını sundu:Michael Phelps... Hiperaktif bir şampiyon! Sabırsız, hız tutkunu... Öyle bir tutku ki bu, havuza girdiği her yarışta ya rekor kırıyor, ya da kendi rekorları dahil, tüm dünya ve olimpiyat rekorlarına meydan okuyor.
Michiganlı, parçalanmış bir ailenin çocuğu... İki ablası var, anne-baba ayrılmış. Phelps’in her çocukta görülebilecek yaramazlıkları, biraz tuhaflaşmaya başladığında onu doktorlara götürmüşler. Konulan teşhis, hiperaktivite... Kabına sığmayan, sabırsız, dikkatini belli bir konuya ya da noktaya odaklayamayan bir yaramaz.
Kimbilir kaç çocuğumuz var böyle... Onların kaçını doktora götürüp tedavi ettirebiliyoruz, kaçı anne-baba dayağı ile yola getirilmeye çalışılıyor? Bu konu beni aştığı için, sadece merakımı dile getiriyorum.
Phelps’e dönersek, bu yapısal özelliği elbette kontrol altına alınmış. Ondaki enerjiyi havuza yönlendirmişler.
15 yaşında Amerikan yüzme ekibinin en genç üyesi olarak Sidney Olimpiyat Oyunları’na katılmış... Oradaki madalya törenlerini havuz kıyısından izlemekle yetinmiş.
Ama Atina 2004’de adeta torpil gibi atlamış havuza. 6 altın, 2 bronz... Toplam 8 madalya ile Sovyet Cimnastikçi Alexandr Didyatin’in aynı olimpiyatta en çok madalya kazanan sporcu ünvanına ortak olmuş.
Şimdiki hedefi, biliyorsunuz Mark Spitz’in Münih 72’de 7 altın madalya ile yazdığı tarihe yeni sayfa eklemek, kırdığı rekora son vermek.
Mark Spitz, onu içtenlikle destekliyor. Sekiz altını boynuna asacağına inanıyor. Hatta şunu da söylüyor arada: “ Şayet 7’de kalırsa, Ay’a inen ikinci adam olur. Ama 8 altın alırsa, Mars’a inen ilk insan gibi olur!”.
Sponsorlardan elde ettiği gelir yıllık 5 milyon dolar. Ablalarının küçük yaramazı havuza atarak ne kadar isabetli bir iş yaptığı da ortada. Phelps 8 altını alırsa, 1 milyon dolarlık sponsor ödülünü de hesabına yazdıracak. Bu arada “Yıldızlarla Birlikte Yüzün” adıyla bir program yönetiyor. Buradan da geliri fena değil.
Havuzda dünyayı sarsan adam, Avrupa’da iyi bir futbolcu kadar para kazanıyor. Artık hangisinin daha çok kazanması gerektiğine kafanızı yormayın.
Phelps, Pekin öncesi iki kez alkollü olarak araba kullanıp, hız sınırını aştığı için küçük bir para cezasına çarptırılmış ve hakim tarafından okullarda “sür’at tehlikedir” mesajıyla gençlere ders vermeye mahkum edilmiş.
Tam da adamını bulmuşlar değil mi?


Bizim takım: TRT
Hayır, TRT’nin kadrolu elemanı değilim.  Sadece Pekin Olimpiyat Oyunları için beni yorumcu olarak çağırdılar. Elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
TRT ekibi için “bizim takım” dememin asıl nedeni, Olimpiyat Oyunları’nın yayıncı kuruluşu olarak Türkiye’ye en iyi hizmeti vermeye çalışmaları.
Pekin’de ben dahil, 56 kişilik bir ekiple çalışıyor TRT. Bu eleman sayısı bizim özel TV’ler de dikkate alınınca size pek kalabalık gelebilir. Ama CNN’in, Alman ve Fransız televizyonlarının, İngilizlerin buraya en az 400-500 kişilik ekiplerle geldiğini de unutmayın.
TRT’deki arkadaşlarımın temposuna doğrusu ben yetişemiyorum. Sabaha kadar çalışıp, ertesi gün salonda en fazla 1 saat sürecek müsabaka için bilgi dosyası oluşturuyorlar. Salondaki işleri bitince IBC’deki stüdyoya dönüp bir de nöbete giriyorlar.
Bu fotoğraf gece 02’de IBC’den kalkan son servis otobüsünde çekildi. Bendeniz dahil, yolcuların tamamı TRT ekibinden.
Fotoğraftaki 19 arkadaşın en az 10’u sabah 08.00’de ilk otobüslerle salonlara gidip yayın hazırlığı yapacak.
Onların emeğine saygı duyuyorum. Nonstop 24 saat yayının arkasında enerjileri, heyecanları, meslek sevgileri ve inanılmaz özverileri var.
Bravo arkadaşlar!